29 Temmuz 2011 Cuma

Krizler Haftası




Genelkurmaydaki gelişmelerden bahsetmiyorum.


Zira bence mühim değil.



Bu hafta zor bir hafta oldu.



Eşim yurt dışında, annem memlekette. Ben işten mecburen izinliyim ki oğlum yavruma bakabileyim.



Hafta içinden önce başladık gezmelere.



Cumartesi 4 aylık kadar olmuş bir bebişi görmeye gittik bir gurup arkadaşla. Ve mükemmel geçti diyebilirim. Oğlum biraz meraklı davransa da ev eşyalarını karıştırmaya çalışsa da herşey sınırlarında kaldı ve herzamankinden çok daha usluydu.



Pazar kahvaltıya misafirlerimiz vardı. Kendinden 9 ay büyük arkadaşını oyuncaklarını paylaşmadığı için ağlattı. Fakat gene de bu çok büyük bir problem değildi sonrasında güzel anlaştılar ve hala daha kızın adını sayıklıyor.



Pazartesi kahvaltıdan sonra boyama yaptı. Parka gitmek istedi. "Hava ısınmadan dönmemiz lazım" dedim "pamam" dedi.



Hava da bulutlu olunca uzun uzun sallandı, kaydı. Eve dönerken başka bir park daha gördü "tamam ama 1 kere kayacaksın" dedim. Ben de hemen yanındaki spor aletlerine yöneldim. Kaymak yerine o da spor aletleriyle oyalandı sonra da eve döndük. Meyve yiyip bir güzel uyudu. Tam 2,5 saat. Bu ekstra güzel bir durum. Zira 1-1,5 saat anca uyur bizim bızdık.



Akşam da babası gelince dışarı çıktık.


Salı sabahı babasını uğurladık ve ardından kahvaltıya misafirlerim geldi. 6-7 aylık bir de bebek. Oyuncaklarını taşıdı ona. Uyandıktan sonra da parka gittik. Gene sorunsuz bir gün geçirmiş olduk.



Çarşamba sabah kahvaltıya İKEA'ya gittik. Kahvaltı yaparken oynadı oyun alanında. Sorun yok..



İKEA'yı gezerken bezini değiştirmemiz gerekti ve bebek odasına gittik. İşimizi bitirdikten sonra odadan çıkmak istemedi. Neymiş, ordaki lavaboda su oynayacakmış. Dışarda bekleyenler olduğunu fark edince dışarı çıktık fakat çılgınca ağlamaya devam etti. Anlattım işte işimiz bitti, bizim evimiz değil, başkalarının sırası.. vs. En sonda gel girelim dedim bu sefer içerde biri var diye girmek istemedi ama ağlamayı da kesmedi. Bu arada uykusu da gelmişti. Sonra birşekilde birlikte geldiğimiz arkadaşımın yanına gitmeye ikna oldu ki bir baktım yere uzanmış. Bıraktım onu orda kenarda bekliyordum ki. Bir amca geldi "kalk bakalım burda yatmak yasak seni şöyle kenara alalım ceza verelim vs vs vs" deyince kalktı elimi tuttu. Eve giderken arabada hemen uyudu. Eve değil arkadaşıma geçtik. Tabi hemen uyandı. Arkadaşın evinde sersem sersem oraya buraya çarpınca gel uyuyalım dedim. Yattık yanyana ama kıpır kıpır uyuz uyuz hareketler yapmaya başladı. Kızdım ve kalktım..



Perşembe arkadaşla dışarda gezdik. Kıtalar aştık. Yemek yemiş arabaya dönyorduk ki trafiğin hızla aktığı bir yerde elimden tutuyor fakat arka arka yürüyordu ki ayağıma dolandı neredeyse düşüyorduk. Çook fena kızdım. "Burda oyun yapılır mııı" diye bağırıp çağırdım ve hafif birşekilde kaldırıma attım çocuğu. Ne gereksiz bir çıkıştı Allahım!!! Sonra köpek gibi pişman oldum ama ne fayda. Zira o sadece oyun yapıyordu ne bilsin doğru yerde mi yanlış yerde miydi. Arkadaşım da "Sen kızıyorsun ama senden korkumuyor. Sana güveni tam maşallah" dedi. "Bu manyak bazen böyle oluyor ne yapalım idare edicez" diyor bence dedim :)





Geldik bu güne. Hazır izinliyken yeni doğum yapmış başka bir arkadaşıma gitmeye karar vermiştim. Başka arkadaşları da gelecekmiş ben de geleyim sorun yok dedim. Akşamdan anlatıyorum, evde hazırlanırken anlatıyorum, evden çıkarken anlatıyorum "yeni doğmuş bir bebek var onu görmeye gidicez" diyorum. Zannetmeyin ki çocuk nereye geldiğini bilmiyor.


Gene karşı yakaya geçtik. Arabada bir güzel uydu ve inerken de uyandı. Asansörde de gayet iyiydi. Tam arkadaşa girecek beni de dışarı çıkarmaya çalıştı. Girmek istemedi. 35 dakika kapıda dil döktüm. İçerde şunu yapıcaz bunu yapıcaz. Hayır hayır.. diyor başka birşey demiyor. Dışarı çıkıp gezdirsem sonra gene hayır girmeyelim der die çıkmadım ben dışarı sonunda zorla aldım kucağıma ayakkabılarını çıkardım kapıyı kilitledim. Tabi bu esnada kıyamet koptu. Üstümü çıkarttım. Bizim ki son ses ağlıyordu. Konuşmaya çalıştım olmadı, sarılmaya çalıştım olmadı. Sonda ben de cinnet geçirip sartım ve kollarını filan sıktım. Daha çok ağladı. İçeri gitmek istiyorum sen kal ağla diyorum ama nasıl güçlü beni çıkartmıyor. Daha sonra git gide sakinleşti. Çok kötü hissettim kendimi. Eğer yakın bir yerde olsaydık kesin dönerdim eve. Sonrasında ise gayet normal oyun oynadı yanımda kurabiye yedi. Filan filan. Ama ben hala kötü hissediyorum. Krizlerle başa çıkamıyorum. Kendimi yetersiz ve beceriksiz hissediyorum. Yanlış bildiğim herşeyi yapıyorum böyle zamanlarda.

Cumartesi de bir doğum tebriğine gidecektik fakat iptal oldu çok çok memnunum bu gelişmeden evde olmak sanırım ikimize de iyi gelecek. Belki üst üste yoğun program yapmak çocuğa yaramıyor. Belki suçum budur.


Hiç mi olgun kamil bir insan olmayacağım ben...




Oğlumu kendimden koruyamıyorum ne hazin..




(Gereksiz bir sürü şey yazdım ama içim kötü, siz de idare edin)

15 Temmuz 2011 Cuma

13 ev yanıyor, Türkiye ağlıyor





Ağlıyoruz..


Gencecik bedenler için..


Aileleri için.



Ne büyük bir onur, o al bayrağa sarılı tabutlarda olmak ne büyük şeref.






O haydutlara, ve onlara en ufak desteği verenlere....


Allah'ım bu mübarek günlerde dualarımızı kabul eyle...


Bu şerefsizlere çok çok kısa zamanda cezalarını ver.




Allah' ım bu teröristlere ve onların içte ve dıştaki destekçilerine yaptıklarının cezalarını verdiğini görelim...


Sen en güzel öc alansın, öcümüzü al Allah'ım.




Biz hayata döneceğiz, ya şehir aileleri..



Allah sabırlar versin.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Brezilya Gezi Notları 2: Foz Do Iguaçu

Brezilya malum, çok çok büyük bir ülke. Dolayısıyla birkaç şehiri 5-10 günde gezmek için uçak kullanmaya mecbursunuz.



Biz de öyle yaptık. Gitmeden ulusal hava yolu şirketi TAM'dan Sao Paulo-Foz, Foz-Rio ve Rio-Sao uçuşlarımızı aldık. Dolayısıyla nerde kaç gün kalacağımızı belirlemiş olduk.



1 tam gün Sao Paulo'da gezdikten sonra ki sabah erken (08 civarı) Foz'a uçağımız vardı. Sao Paulo'daki otelin o şahane kahvaltısı 6:30'da başlıyordu. 6'da otelden ayrılırken görevlilere 'bebek için birşeyler alabilir miyim' diye sordum. Bana kocaman bir kutu verdiler. Hazılanmış olan açık büfeden tepeleme doldurdum. Zira geldiğimiz gün kahvaltı hakkımızı kullanamamıştık. Ve ekmekleri, özellikle de keklerine bayılmıştım. Taksiyle havaalanına giderken sadece oğlumun değil bizim de karnımız doymuş oldu böylece. İyi ki de böyle olmuş zira uçakta gofret verdiler!?!? :) Gözünü açacaksın bu devirde..




Foz Do İguaçu'ya daha inerken görsel şölen başladı.


O koca nehir nasıl da büklüm büklüm bölmüştü ülkeleri. Nasıl da yarmıştı yemyeşil ormanları.


İstanbul'da iken online rezervasyon yaptırdığımız Foz'daki otelimizin bir güzelliği de havaalanı servisinin olmasıydı. İlk defa bir adam elinde bizim ismimizin olduğu bir kartı taşıyordu hava alanıdaki o kalabalıkta. Ne büyük bir onur :)))


Bu oteli kesinlikle tavsiye ediyorum. Kahvaltısı gayet güzeldi. Çalışanları çok iyiydi. Odası temiz ve rahattı. Resepsiyonun hemen yanında sebil vardı. İçerde (tahminim Foz'daki bütün otellerde böyledir) tur acentası vardı ki çocuklu bir aile için şelaleri ve Paraguay'ı gezmeyi çok kolaylaştıran bir durum. Şart da değil tur şirketlerinin araçlarını kullanmak taksiler heryere giriş yapabiliyorlar. Otele çok yakın bir alış veriş merkezi vardı. Akşam yemeklerimizi burda yedik. Yine gitsek yine tercih edebilceğimiz güzel bir oteldi. (Keşke gene gitsek!!!)


O gün 11'e doğru odamıza yerleştik. Şelalelere erken saatte gitmenin daha mantıklı olacağını düşünüp, program yaparken "vakit kalırsa gidebiliriz" diye düşündüğümüz alış veriş cenneti Paraguay'a gitmeye karar verdik. Saat 11'de otelden kalkan araç olduğunu öğrenince hemen üst-baş tazeleyip yola koyulduk.





Paraguay ile Brezilya'yı "Dostluk Köprüsü" dedikleri bir köprü bir birine bağlıyor. Yarısı Brezilya bayraklarının renkleriyle yarısı Paraguay bayrağının renkleriyle boyalı, üzeri araç dolu bir köprü. Herkes sabah saatlerinden itibaren alış veriş cenneti Paraguay'a geçiyor. Öğleden sonra da dönüş tarafı çok yoğun oluyor. Motosikletli taksiler var trafiğe takılmak istemeyenlerin tercihi. Körüden yürüyerek de geçilebiliryor, yeterince cesaretliyseniz. Özellikle alış verişten dönenlerin elektronik aletleri, cep telefonları oldukça cazip hırsızlar için.


Bizim turla anlaşmamız çok isabetli oldu. Hiç yorulmadan ve güvenlikli bir şekilde alış verişimizi yaptık. Eşim cep telefonu istiyordu. Onu aldı. Ben de gelmişken bir çift converse aldım. Hepsi bu. Milletin hali görülmeye değer doğrusu. Battaniyesi yüklenmiş köprüden geçenler dahi vardı. Yurdumun battaniyesi dururken burdan alır mıyım hiç.


Tur şirketi bizi Paraguay'ın Ciudad del Este şehrindeki bir alış veriş merkezinin önünde bıraktı. Akşam 17'de gene aynı yerden aldı. Bu şehir berbat görünüyordu. Kalabalık bir taraftan pislik bir taraftan çocukla böyle bir yerde gezmenin tedirdiğinliği bir taraftan. Bir an evvel günün bitmesini istedim. Yurt dışında gördüğüm en pis şehirdi galiba. Bizim Eminönü'nün 100 misli daha karmaşık daha kargaşık daha tehlikeli görünen abuk bir yer. Fakat bu şehrin günlük yaklaşık 1 milyon dolar civarında ticaret hacmi olduğu söyleniyor. Pis ama para orda. Esnafın büyük bir çoğunluğu Lübnan'lılardan oluşuyor. Bir Şii cami bulduk. En asortik alış veriş merkezi Monalisa. Monalisa'ya gelene kadar "Eyvah aç kaldık" diye düşünüyordum ki. Monalisa'nın üstten ikinci katında çok şık ve yemekleri çok leziz bir restorantı var.



Akşam servisimize binip otelimize dönüğümüzde henüz karnımız acıkmamıştı. Fakat minik solucanımızın Brezilya gezisi boyunca günlük 4-5 muz yemesi muz stoğumuz çok hızlı tüketmesi sonucu yakındaki Cataratas JL alış veriş merkezine gidip muz aldık. Biraz da mağazaları gezip heyecanla sabahı beklemeye başladık, tabi ki uyuyarak.


Ertesi gün kahvaltı sonrası şelalerin Brezilya tarafını gezmek üzere yine tur şirkenin aracındaki yerimizi aldık. Ömercik arabada uyuyunca şelaleredeki ilk kare fograflarda babasının kucağında iki büklüm uyurken çıktı. Sadece Sao Paulo'da 1 saat kadar kullandık puseti. Daha sonra oturmayacağından emin olduğumuz için taşımadık bile. Boşu boşuna yollarda uçaktan uçağa yük oldu elimizde.





Parkın içine girdikten sonra hemencecik şelalelere kavuşamıyorsunuz. Önce çift katlı, üst katının tepesi açılmış otobüslere biniyorsunuz ve şelalelere kadar ormanın içinde harika bir gezi yapıyorsunuz.











Şelalelere nazır otelin önünde otobüsten indik. Ve 10'larca şelalenin hep birlikte arzı endam ettiği ilk görüntüde anladık ki burası doyulmaz bir yer. Bakıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir daha böyle birşey göremeyiz diye tekrar çekiyoruz. Biraz ilerleyip bir öncekinin aynısı manzarayı tekrar fotoğraflıyoruz. Böyle böyle gezdik. Bu arada kısa süre sonra tıfılcan uyandı. Bir süre uyku mahmuru uslu durdu babasının kucağında. Sonra indi aşağıya ve koşmak-el tutmamak istemesi bize zor anlar yaşattı. Tehlikeli olabileceği için elimizden tutmak zorunda olduğunu güzellikle anlatsakta içindeki kurtlar onu normal adımlarla el tutarak yürümekten alıkoyuyorlardı. Bu sefer bağrışmalar başlıyordu.


Bir noktadan sonra yanımızdaki yağmurluklarımızı giymemiz gerektiğini anladık. Burdan da alınabilecek muşamba yağmurluklarımızı geçen sene Roma'dan almıştık. Islanmaya hazır yolumuza devam ettik.







En sonunda ıslanılan noktaya geldik. (Ayaklarımız ıslanırsa hemencecik kurusun diye sandalet giymiştik. Kışın giderseniz sakın siz de aynı hataya düşmeyin bütün gün dondu ayaklarımız. Ayakkabılarınız ıslanmıyor korkmayın. Tabi biz botla şelalelerin altına filan girmedik.) Şelale'ye Brezilya tarafından en çok yaklaşılan bu noktada yağmurluklar çok da fayda vermedi. Suyun şiddetiyle oluşan rüzgar uyduruk yağmurlukları da havalandırınca ıslandık işte.. Ne güzel bir histi o. Yüzümüzden sular süzülse de kalabildiğimiz kadar kalmak istedik burada. Suyun gücü insanı esir alıyordu sanki. İnsan bu güzelliği görünce cennetin nasıl güzel olabileceğini düşünüyor. Buradan daha güzelini havsalası almıyor.



Daha sonra burada bir asansörle yukarı çıkılıyor ve sonrasında şelalelere veda ediliyor.



Şelalere veda ettik ama sesi kullalarımızda olmakla beraber kafeteryanın önündeki geniş çimenlik alanda Ömerciği bıraktık. Sonunda istediği gibi koşturabileceği bir yer bulmuştu. Doyasıya koştu. Annanesi olacak yaştaki bir kadına koştu kuru bir dal verdi. Başka kuru dalı kendinden 2-3 yaş büyük bir kıza verdi. Beraber koşmaya başladılar. Çocuklar nasıl da aynı dili konuşuyorlar farklı milletlerden olsalar da. Öpüşüp ayrıldılar.




Kafeterya civarında bir çok rakun (galiba o hayvanlar rakun) dolaşıp duruyorlar. Evcilleşmiş gibiler fakat insanın elinde birşey görmeye dursunlar gayet vahşi görünüyorlar. Sonuçta onlar bu koca ormanda yaşıyorlar.






Ömerciğin koşturması oynaması sonucu biraz gazını almış olduk. Şelaleler'in Brezilya tarafının hemen karşısında şahane br kuş parkı var. Hemen her gezginin yaptığı gibi şelaleri yarım günde gezip kalan zamanımızda kuş parkını gezdik biz de. Aslında planımızda helikopterle şelaleleri yukardan izlemek de vardı ama çocukla gezmenin cilveleri gezi programında esnek olmayı gerektiriyor. Vaktimiz kalmadığı için helikopter turunu iptal ettik. Kuş parkında da sadece 1,5 saat kalabildik.





Kelebek ve sinek kuşlarının kafesine girdiğimizde fotoğraf makinemizin yedek bataryası da bitti. Şok olduk. Nasıl da enerji harcatmış bize şelalelerdeki enfes manzara.





Şelalelerin olduğu tarafta yeterince kelebek resmi çektiğim için dev kelebekler de olsa çok hayıflanmadım ama o minicik arı-sinek kuşlarının fotograflarını çekemediğime üzülüyorum. Parkın çıkışına yakın bir papağanı elime verdi yetkili, eşimin cep telefonuyla çektik burda komik hallerimi :) Bir kıza annesi "Clara" diye seslendi papağan da ardından "Clara" deyince ben hemen oğlumun ismini söyledim yüksek sesle. Papağandan tık yok. Tekrar söyledim, tekrar söyledim.. Ama nafile.. Gavur kuşu işte, çalışmadığı yerden sordum tabii




17:10'da dönüş için araca bindik. Yarım saat sonra oteldeydik. Bizim tıfılcan sabahtan beri sadece 2 muz birkaç tane de hurma yediği için hemen yemek yemek üzere Cataratas AVM'ye gidip günlük pizza ve makarna tüketimimizi gerçekleştirdik.



Ertesi sabah saat 8'deki Arjantin servisine yetişebilmek için 6:15'te kahvaltıya indik. Kahvaltı boyunca birkaç kere turizm bankosuna uğrayan eşime sonunda resepsiyondakiler aracın tamamen dolduğunu söylemişler. Biz de 8:30'da taksiyle geçtik Arjantin tarafına. Sınırdan geçmek hiç hiç sorun olmuyor. Pasaportlarımızı aldılar biz araçtan inmedik bile. Saat 9:15te şelalelerin içinde bulduğu parka gelmiştik bile.







Biletlerimizi alıp parka girince hemen şelaleleri gezmeye başlayamadık yine. Brezilya tarafında otobüsle gitmiştik bu tarafta ise trenle bir orman gezisinin ardından şalaleler gezilmeye başlandı. İçeri girince bir yerden dürbün kiralamak için oyalanınca 9:30'daki treni kaçırdık.





10'daki trenle Iguazu gezimiz başlamış oldu. Tren iki durakta duruyor. Biz ilk durakta indik. Burada da iki parkur var gezilmesi gereken.














İlk önce Upper trail kısmını 45 dakika kadar bir sürede gezdik. Daha sonra da Lower trail kısmını yaklaşık 1,5 saatte gezdik.








Çok çok yorulduk ama Brezilya tarafından çok çok farklı olduğu için mutlaka Arjantin tarafının da gezilmesi gerek. Dün karşıdan izlediğimiz coşkun şelalelerin üzerinden geçe geçe gezdik Arjantin tarafında. Esas görülmesi gerekeni en sona saklamıştık.






Tekrar istasyona dönüp trenin ikinci durağında inmek ve Garganta del Diablo trail i gezmek üzere trene bindik. 10 dakika sonra trenden inip yeniden yürümeye başladık.



Şeytan Gırtlağı denilen müthiş manzarayı görmek bütün yorgunluğumuza deydi. Bu sırda bizim ufaklık babasının kıcağında uyuya kalmıştı. Islanıyor olmak bile uyandırmıyordu onu. Bizse hiç ayrılmak istemiyorduk burdan. Evet korkunç fakat öyle çarpıcı ki gidemedik uzunca bir süre. Kelebekler nasıl da hiç korkmadan uçuyorlardı o uçurumların, coşkun suların üzerinde. Öyle gürül gürül akıyor ki insan 1az uzun bakınca suyla aktığını hissediyor, hafif bir baş dönmesi yaşıyor. Ah burası bizim olsa biz buraya bir kafe yapar ve bizim gibi yorgunlar oturup çay içerken daha daha uzun kalabilirlerdi :))






2 saat sonra dönebildik istasyona. Ayaklarımız kendi bildiğine gidiyordu zira biz de hiç derman kalmamıştı. Hele eşim bazen hem sırt çantasını hem 15 kiloluk aslan parçasını :) taşıyınca baya bir sarsıldı. Yanlış anlaşılmasın genelde çocuk ondaysa sırt çantası bendeydi. Çocuk benim elimden tutuyorsa sırt çantası ondaydı. Ama arada kesişimler de yaşandı ;)


Yol boyu ot, kuru dal topladık.Uygun yerlerde nehire bıraktık. Üzerine hikayeler anlattık yüzüp yüzük denize kadar gideceğine dair. Ardından el salladık. El tutmak zorunda olduğu için strese giren oğlanın gazını almak için. Şelale gezimizi yorgun argın bitap ama ruhu dinlenmiş, gözlerinde ve dudaklarında ince birer gülümse mutlu mesud tamamlamış olduk.


Çıkışa yakın yerlilerin tezgahlarını görünce bir bakalım dedik. Çok hoş şeyler vardı. Karpuz (galiba) çekirdeklerinden yapılma bir kolye aldım. Bir kaç tane de yerli savaş aleti aldık. Aslında bunlardan hediyelik de alınırdı çok da güzel olurdu fakat yer cücesi ne zaman alış veriş yapmak için yavaşlasak sinir stres sahibi yapmak için gayret sarf edince insan da kafa mafa kalmıyor..


Dönüş için yine taksi kullandık. Sabah ki servisi kaçırmamız belki de daha hayırlı oldu dönüşü daha erken yapmış olduk ve benim mutlaka gitmek istediğim otele yakın arap camiine gitmeye vakit kaldı.





Yakın olsa da yarım saat kadar yürüme mesafesi olduğunu bilmiyorduk. Şelale yorgunluğunun üzerine tuz biber oldu bu yürüyüş. Caminin yanına geldiğimizde akşam ezanı okunuyordu. Dünyanın öbür ucunda ezan sesi iki gündür şelalelerde yıkanan ruhlara öyle güzel geldi ki. Oğlum babasının yanında namaza durdu. 5-6 yaşlarındaki bir çocuğa doğru meyilli de olsa bütün hareketleri sonuna kadar yaparak hayatının ilk cemaatle namazını Brezilya'da kılmış oldu :)





Foz doğasıyla, havasıyla, suyuyla, sakinliğiyle yaşanacak güzel bir şehir. Müslüman nüfus baya kalabalık. Kendilerini tebrik ediyorum, doğru tercih :)


Dönüşte yine onca yolu yürüdük ve kaideyi bozmayıp akşam yemeğimizi Cataratas AVM'de yiyip otelimize döndük. Sonra da "vur kafayı yat!!!"

3 Temmuz 2011 Pazar

Brezilya Gezi Notları 1: Sao Paulo

Gezi yazılarımı gene geciktirmeye başlayınca uykum çok gelmiş olsa da en azından bir başlangıç yapayım istedim. Zira kaldıkça kalıyor.

Sao Paulo'ya uçuş 14-15 saat kadar sürdü. Gidiş ve dönüş çok uzun olduğu için çocukla nasıl geçer die epey endişeleniyordum ancak Allah'tan en rahat ettiğimiz zamanlar bunlar oldu. Gerisini varın siz hesab edin :) nasıl zor bir tatil olmuş bu bizim için ki 14 saatlik uçuş için en rahat ettiğimiz süre diyorum :))

THY'nin uçuşu çok rahattı gerçekten. Sabah 11 gibi havalandık. Kısa süre sonra uykuya daldı minik tavşan. Yemekler dağıtıldıktan sonra uyandı ve toplanmadan da yemeğini yiyebildi.


Çocuklu olamamıza rağmen giderken önce Sao Paulo'yu anlatan bir belgesel ardından 2 film (Turist ve Red) sonra Machu-Picchu'yu anlatan bir belgesel daha sonra da Alhambra konulu bir belgesel izleyebildim. Ömercik uyumadığı sürelerde abaküsüyle oynadı, önündeki ekranı karıştırdı, yan koltuktaki güzel Brezilya'lı kızla abla abla diye arkadaşlık kurdu, yeni öğrendiği sayma yeteneğini son ses bağırarak geliştirdi. Özellikle efelene efelene "deeeeş" (=5) demesi takdire şayandı :))


THY'nin direkt uçuşu olan Brezilya'nın NewYork'u ya da İstanbul'u diyebileceğim şehri Sao Paulo'ya akşam saatlerinde vardık. Burda sistem şu: havaalanında taksi bürosu var gideceğin yerin adresini veriyorsun adamlarda sana fiş kesiyor ve hemen parasını ödüyorsun. Daha sonra bu fişle taksiye biniyorsun. Otele varıp odamıza yerleşir yerleşmez hemen uykuya daldık fakat gece 4,5 gibi uyandık.



Haziran ayı biz de yaz ama Brezilya'da kış. Hava soğuk olmasa da erken kararıyor olması gezginler için dez avantaj. Fakat yazın sıcağında kavrulmaktansa bu mevsimde gitmeyi tercih ve tavsiye ederim. Otellerde kahvaltılar erken saatte (6-6:30) verilmeye başladığı için ee biz de erken yatangillerden olduğumuz için çok sorun olmadı açıkcası.



Otelden bahsetmem gerekirse; otel olarak çok çok beğendik. Kahvaltısı harikaydı. Fakat havaalanına da merkeze de uzak bir otel (sanırım ikisinin ortası gibi..). Tavsiye eder miyim bilmiyorum. Bizim bu oteli tercih nedenimiz güvenilir, temiz bir muhitte oluşuydu. Malum Brezilya için anlatılan onca olumsuzluktan sonra insan tedirgin olmuyor değil. Tekrar gitsem bu otelde kalır mıyım bilmiyorum. Aslında tekrar Sao Paulo'da vakit harcar mıyım o da ayrı bir konu.


Taksi ücretleri çok pahalı değil. Havaalanından genelde biraz kazıklanarak biniyorsunuz ama şehir içinde bir nebze de olsa pazarlık şansınız var. Hiiiiç İngilizce bilmemeleri buna biraz engel olsa da bir kalem bir kağıt dil problemini çözebiliyor. Otelden taksiye binip Luz Meydanına gittik ve 25 real tuttu örneğin. Paraları ise türk lirasıyla hemen hemen aynı olduğu için hesap etmek de çok rahat oluyor. Genel olarak pahalı bir ülke değil. Turistik yerler elbette daha tuzlu ama bu da normal sanırım.









Şehir turumuza Luz Meydanı'ndan başladık. Burada tarihi tren istasyonu var gezilebilecek. Bizim şansımıza grev vardı ve kapalıydı. Ben bir gireyim dedim, tek kare fotograf çekmiştim ki bir görevli "yassagh gardeşim" nevi birşey söyledi :)




Gar'ın etrafında biraz dolandık. Berbat görünen harabe binalar, sokaklarda yatanlar... Sao Paulo böyle bir şehir. Dev bir ekonomi, müthiş zengin semtler fakat şehrin bir kesiminde de böyle bir görüntü. Ki burası en turistik yeri.








Republica Meydanı'na yürüdük. Meydanda güzel bir park var. Ordan şehrin en yüksek binalarından 41 katlı Edificio Italia'nun en üst katına çıktık. Buradaki kafe 12'de açılıyormuş Beklemedik fotoğraflarımızı çekip indik 41 kat aşağıya.












Buradan Se Katedrali'ne yürüdük. İçerde bir tören vardı.



Brezilyalılar genel olarak çok dindarlar. Avrupa'daki dinsizleşme burda yok. Oldukça koyu Katolikler. 8-9 günde gezdiğimiz hemen her kilisede bir ayin, bir dua, bir birşey mutlaka vardı. Papa da Brezilya'ya çok kıymet veriyor, özel ilgi gösteriyormuş. Hem dindar hem zengin daha ne olsun ;)




Praça Da Se'den ayrılıp ara sokaklara daldık. İlk misyoner okulu ve kilisesi olan Jesuit Mission'a girdik. Bizim ki başladı "Salla huu mahammee.." diye ilahi söylemeye :)))












Burdan çıkınca bizim Sultanhaman taraflarını andıran ama daha karmaşık ve pis sokaklardan geçerek tarihi çarşı Merkado'ya vardık. İçersi çeşit çeşit meyvelerle doluydu. Daha önce hiç görmediklerimiz de vardı. Ve bir çoğu bu topraklara da yabancı. Malezya'dan gelenleri var mesela. Fiyatlar da pek ucuz değil. Üst katı da restorantların olduğu kat. Çıktık ki aman Allahım bu ne kalabalık. Acıkmıştım ama o acayip kokular midemi bulandırdı. Neyseki bir İtalyan restoranına geçip pizza-makarna yiyebildik.







Brezilya aslında etiyle meşhur bir ülke. 6-8 saat gibi sürelerde pişirilen etin tadına doyulmuyormuş ama biz yurt dışında pek et yiyemiyoruz. Zaten kalacağımız da 1 hafta o kadar süre et yemesek ne olur diyip pizzaya makarnaya talim ediyoruz. Sao Paulo'da ve Foz Do İguaçu'da helal et yiyebileceğimiz yerlerin isimlerini öğrenmiştim ama uğraşmak istemedik.









Buradan çıkınca taksiye bindik ve bizim otele haritada yakın görünen Ibirapuera Park'a gittik. Burası Sao Paulo'nun Central Park'ı. Çok çok güzel kocaaamaan bir park. İçinde müzeleri, göletleri olan alabildiğine yeşil, hafta sonları 200.000 civarı insan burada spor gezi zarzurt yapıyormuş. 25 milyonluk bir nüfus için 200bin çok kalabalık sayılmaz.










Akşam olduğunda bu parktan ayrılıyorduk. Sevgili eşim yürüyerek otele varabileceğimizi zira otelin haritaya göre yakın göründğünü söyledi. Epeyce dolandıktan sonra takiye atladık ki pek de yakın değilmiş. Burdan kendisine o saatleri hatırlatır selam ederdim.






Daha çok fotograf eklemek istiyordum ama çok geç oldu hazırda olanlar bunlar.




Brezilya gezimiz inşallah devam edecek efendim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...