23 Şubat 2010 Salı

1 seneyi devirdi


Geçen sene tam da bu zamanlarda aldım minik faremi koynuma.


Uzun sürdü bekleyiş...

Ama değdi.


Doğum iznine ayrılalı daha 1 hafta olmuştu. Daha 3 hafta daha evde ense yapacaktım.

Doğum sonrası yorulacağım nasıl olsa şimdi mis gibi ev sefası yapayım diyordum.


O sabah için planımız Eminönü'ne gitmekti. Mevlüt şekeri filan bakacaktık. Daha fazla ağırlaşmadan bakalım istemiştim. Ve eksiklerimiz de vardı.


Sabah kalkınca bir değişiklik olduğunu anlamıştım.

Hiç endişelenmedik sakin sakin kahvaltımızı yaptık. Sonra doktorumuzu aradık. Gelmemizi söyledi.

Duşumu aldım. Eşim markete gitti doğumda abur cubur yiyebilmem için gofret filan aldı.

Hastane çantamızı yeni hazırlamıştım zaten. Abur cuburlarımızı da yerleştirip düştük yollara.

Muayenede doğumun başladığını ama daha vaktimiz olduğunu öğrendik.

Doktorumuz da biz de bu kadar uzun süreceğini düşünmüyorduk. Akşama doğru hastaneye geçtik. Hastane evimize uzak olmasa daha geç de gidebilirdik. Fakat kasılmalar baya baya sancıya dönüşmüş trafikte sıkışmayı göze alamamıştık.

Bebeğim geliyordu erken geliyordu ama bir türlü doğum hızlanmıyordu.

Uzun sürdü, göz yaşları döktüm çok, yemek yemem serbestti ama yiyemiyordum içim almıyordu. Uyku uyuyamıyordum. 2 günün sonunda eşim de ben de çok çok yorulmuştuk.

Doktorum öyle tatlı öyle ilgili ve öyle sabırlıydı ki...

Göz yaşları içinde "Ne olur birşeyler yapın, ama sezaryen yapmayın" diyordum.


En son hatırladığım sahne:

Ben topun üstündeyim, eşim hasta yatağında, el eleyiz gözlerimiz uykusuzluktan yarı açık nefes alıp veriyoruz :))

Sonra doğumhaneye alındık ve 15 dakka da minik böcek doğdu.

O doğar doğmaz herşey, her acı aniden kesildi.

Allahım, bu nasıl birşey. Bu çirkin yaratık mı benim bebeğim.

Allahım, nasıl minik nasıl savunmasız.


Doğum uzun sürdüğü için hemen bir kontrol etti çocuk doktoru. Oğlum ağlıyordu.

Hemen sonra pispis verdiler bana. Üzerime koyduklarında susuverdi miniğim.

Allahım ne güzeldi.

Hemen süt emdi.

Hemen bildik birbirimizi.


Sonra aldılar bebeğimi. Hamam sefasından sonra odamızda buluştuk.

Yanımdaki minik yatağımsı şeyin içinde sanki yokmuş gibi, belki de sanki başka birşey yokmuş gibi..

Öylece uyuyan bişey.

Anne miyim ben...

Hiç öyle değil gibi.

Öyle yorgunum ki..

Eşimse çoktan dalmış. Annemle babam da 9 doğuranlardan.

Annem doktoruma "niye sezaryene almıyorsunuz, ya birşey olursa, niye bu kadar çekiyor" bile demiş. En korktuğum şey.

Doktorum da "sezaryenlik birşeyi yok. O sabrediyor ben de sabrediyorum. Korkmayın" demiş.

Ne hoş bir insan...


O hastane odasını düşününce içimde öyle bir huzur hissediyorum ki.

Öyle bir hafiflik...

Doğumhanedeki oda da, doğumdan sonra kaldığımız oda da hatta oğlumun sarılık yüzünden fototerapi gördüğü sırada kaldığımız oda da aynı manzaraya bakıyordu. Son tecrübemiz içimi burksa da o oda, havası hep huzur veriyor hala düşlerimde.


Gece yarısı 1'de doğan minik solucanı aldık akşam 21 gibi evimize geldik.

Bir garip duyguydu o ilk annelik. Sanki benim değil gibi. Sanki oyuncağım gibi.


Acıkması, acıkınca ağzını açıp sağda solda aranması... Sanırım annelik onun o masumluğuyla öğreniliyor.

Yoksa insan hemen pıt diye anne olmuyor. Her zaman daha çok 'anne' oluyor.


Doğumdan iki gün sonra sarılık oldu. Hiç gerekmediği halde 2 gün fototerapi gördü. (Bunu daha sonra başka doktorlardan öğrendik) 2 gün biz de kaldık hastanede. Sütümü sağdırıp biberonla verdiriyordı.

Birkere zar zor rica edip biberonla kendim içirdim sütü. Ne gerizekalılıktır ki yeni doğan bebeği annesinden ayırdılar. Ben zaten hastanedeyim mis gibi emzirsem ya!!! Başka bir şehrideki bir hastanede uzmanlığını yapan arkadaşım aynı durumda "biz bilhassa annelerinin emzirmelerini istiyor iyileşmesinde çok etkisi var" demişti.


Ama o iki gün ne üzülmüştüm. İşte o zaman da 'anne' oldum. Minicik ceketi kalmıştı sadece elimde. Kokusu sinmişti o cekete. Koklayıp ağlıyordum. Çok da üzülmemem lazım sütüm azalır, sonra oğlum çabuk iyileşemez diye hemen toparlanmaya çalışıyordum.

Allahım, ne basit birşey için nasıl üzülüyor insan ciddi sorunları olanlara sen yardımcı ol. Şifalar ver.


(Bizim sıpanın sarılığı uzun sürdü. 3 aylık olana kadar hemen hemen sarı benizli gezdi.)


Ve bir sene ne de çabuk geçti.

Ne güzel bir '1' sene oldu elhamdülillah.


Bir ömrün böyle güzel daha da güzel geçsin benim miniğim. Benim herşeyim.

Fare doğdun yakışıklı bir delikanlı oldun:)

21 Şubat 2010 Pazar

Kahveci


Cumartesi kahve festivalinde, pazar da anne-bebek fuarını gezdik.
Öncelerinde de arkadaşlarda kahvaltıda...
Cuma da annemle gezmedeydik.
Gezdik gezdik ohh ne güzel :)))
















19 Şubat 2010 Cuma

Demo pasta

Öncelikle babamın tahlil sonuçları temiz çıktı elhamdülillah!!!

Doktor ilaç verdi, inşallah iyileşecek.




Sevgililer günü (!) etkinliği olarak pasta yaptık.


Bizim oğlanın doğum günü pastasının demosunu :)
E elime şekeri hamurunu almışlığım yok. Hedefimiz de '1' şeklinde, yuvarlak pastaya göre şeker hamuruyla kaplaması oldukça zor olan bir pasta olunca deneme yapalım dedik.
Sonuç: fiyasko!



Hamuru çok ince açtığım için üzerine koyarken yırtıldı. Biz de yama yaptık :)

Bir de farkettiniz herhalde '1' ters oldu :) Lazlık da yok ama :)))

Üzerindeki uçaklar nasıl olmuş?

Sağ taraftaki eşimin, sol taraftaki böcek görüntülü son teknoloji insansız hava aracı ise benim marifetim.

Ne yazarsam yazayım sonuç ortada, beceriksiz hatun kişinin hamarat bir kocası var!!!

ŞOK!

Bu pasta 3 katlı gerçegini daha çok katlı yapmalıyız.

Rengi de daha açık mavi olsa.

11 Şubat 2010 Perşembe

Tiyatro

Bu hafta çoook yoğun-yorucu geçti.

(Yarın süt iznim olduğu için bu akşam 19:20 itibariyle benim için hafta bitmiştir.)

Mesaiden sonra eğitim vardı ve akşamları 8'de evde oldum. Bebeğimle çok az oynayıp uyuttum. Sonra da hemencecik kendimi uyuttum.

Derken derken işte bitti hafta. Bu eğitim gelecek hafta da birkaç gün devam edecek ama ne yapalım bu da gerekli.

Aaa, bu arada merak eden arkadaşlar için; bizim minik, iş yerinde sağıp evde bıraktığım sütü artık zevkle içmeye başladı. Buna öyle mutlu oluyorum ki. Çok şükür!




Geçen haftalar da şehir tiyatrolarına baktım da güzel oyunlar var.

Miniciğimi bırakıp kaç tanesine gidebilirim bilmiyorum ama işte benim listem:



1. DULLAR

2. İSTANBUL EFENDİSİ

3. KABARE

4. LEONCE İLE LENA

5. MASKELİLER

6. MECBUR ADAM

7. ONLAR ERMİŞ MURADINA

8. ŞAHMERAN

9. TARLA KUŞUYDU JULIET



Hepsi eğlenceli oyunlar. İlk ikisine giden arkadaşlar da tavsiye ediyorlar. Bilhassa annemle gitmek istiyorum bu oyunlara. Hafta içi yorulan sıkılan anneciğim için çok iyi olur şöyle bol kahkahalı bir ya da birkaç oyun. Annem de çok sever tiyatroyu.

Cancazıma da bebek bakmak düşecek ama ne yapalım birinin fedakarlık yapması gerek. Daha olmazsa bir ben giderim annemle tiyatroya bir o.

9 Şubat 2010 Salı

Herşeyin başı sağlık


Önce bir doçente gittik.

Ciger filmleri, tomografiler...

Antibiyotikler..

Ve mutlaka bir kardiyalog görsün, kalp büyümesi ya da yetmezliği de olabilir dendi.

Kalp temiz çıktı elhamdülillah.

Başka bir doktor ihtiyacı ve gene tavsiye üzerine bir araştırma hastanesindeki bir hekim muayene etti. Zatürre teşhisi ile 2 kutu antibiyotik sonrası kontrolünde sadece %20 kadar bir iyileşme olduğunu öğrendik.
Doktor bey daha detaylı bir tetkik için Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesine gitmemizi bronkoskopi gerektiğini söyledi.
Bunun üzerine ilk gittiğimiz doçent doktora gittik. Doktor "tomogrofi raporlarında zatürre diyor ama bence zatürre değil. İçim hiç rahat değil. Daha detaylı tetkik gerekir, burda (özel hastanede) da yaptırabilirsiniz. Biyopsi de yapılsın" dedi. "Akciğer fibrozisinden şüpheleniyorum. Bu sizi öldürmez ama süründürür. Kortizonlu ilaç vermem gerekir." dedi.
Sonrasında internetten konuyu okuyunca dehşete düştüm. Akşam eve gidene kadar, evde oğlumla ilgilenirken, gece uyumadan önce sürekli ağladım.
Hayatta herşeyi babamdan öğrendim.
Şimdi onu kaybedeceğim düşüncesi nasıl acı verici. Allahım sen koru..
Verilen sözü tutmayı, dürüst olmayı, kavga adamı-dava adamı olmayı, ve dahi kavgacı olmayı, çizgi sahibi olmayı, dik durmayı, kimseden çekinmeden inandığını savunmayı, hayatı tiye almayı, neşeli olmayı fakat vakarlı olmayı, gezmeyi tozmayı, herzaman mutlu olabilmeyi, dostun için fedakar olmayı ben ondan öğrendim. (Burda anneciğime haksızlık etmek istemem. Ondan da bunları ve daha fazlasını tabi ki öğrendim ama şimdi gündemde olan babam)
Ona bir şey olsa ben kimden öğreneceğim. Kime dayayacağım sırtımı.
Kim saçlarımı okşayıp "yavrum kuzucuğum" diyecek benim zorlamamla da olsa.(bu da benim komik tarafım)
Kime naz, kime kapris yapacağım? Ben kime şımaracağım? Kime kızacağım?
Ben onun yeni versiyonu gibiyim.
Her zaman bilirim bir hadise karşısında babam ne düşünmüş ne hissetmiş.
Ben de aynını düşünmüş aynısını hissetmişimdir zira kilometreler olsa bile aramızda.
10 yıldan fazladır hep özledim onu ve annemi.
Tam şimdi belki daha sık, çok daha sık görüşebilecekken Allahım ne olur sen koru...
Bunları, daha fazlasını, çok daha fazlasını düşündüm, kurdum ve ağladım.
Üçüncü bir doktor görsün istedik. Bu arada babam "ben kendimi daha iyi hissediyorum. Benim birşeyim yok niye endişeleniyorsunuz siz" diyordu.
Başka bir özel hastanede başka bir hanıma daha durumumuzu anlattık. Kan tahlili yaptırdı temiz çıktı (Bu aslında iyi birşey de olmayabilir)
Çok güzel ilgilendi bizimle bu hanım ve o da daha detaylı tetkik gerekli dedi. Tanıdığı bir hekime yönlendirdi. Ve biraz olsun içim rahatladı ondan çıkınca.
Nedeni bilmiyorum, çok somut birşey söylemese de o kötü hastalıklardan çok şüphelenmedi sanırım.
Şimdi bütün filmlerimizle tahlillerimizle 4. hekimin yanına gittik.
Bu bey de süper ilgilendi. Çok hoşuma gitti tavrı.
"Kanser ya da akciğer fibrozisi en son düşünülecek şey. Bunlardan biri olsa %20lik de olsa bir iyileşme olmazdı. Gene de tıpta olmaz diye bir şey yok. Matematik gibi değil" dedi.
Balgam tahlili verdi. Ondan sonra gerekirse bronkoskopi isteyecekmiş. Bu sefer gerçekten rahatladık. Ve dün ilk balgam tahlili negatif çıkmış elhamdülillah. Dün bir tane daha tahlil verdik onu ayın 12sinde alacakmışız.
Bugün de bir tane daha verdik. Allah'ım korusun..
İşte akciğer durumlarımız böyle.
Babam 20 yıl önce bıraktı sigarayı. Ama yaklaşık 20 yıl içmiş.
Mutlaka etkisi var.
Üşütmeye bağlı başlamış bir durum galiba.
İnşallah tamamen iyileşmiş olarak atlatır bu hadiseyi.
Allah hepimizin ailesini korusun.
Herşey bizim için ama başa gelmeyince idrak edilmiyor çok fazla....
(Bir de doktor milletine sinir oluyorum. İstisnalar müstesna. Onlara can kurban)

4 Şubat 2010 Perşembe

Skandal!!

Başbakanın eşi devletin bir kurumuna girmek isteyecek siz içeri almayacaksınız.

Hasta bir sanatçıyı gayet masumane ziyaret etmek isteyecek izin vermeyeceksiniz.

Bu başbakan dikta rejiminde değil demokrasi rejiminde 'seçim'le iş başına gelmiş.
Bu adama oy verenler onun hanımını, çoluğunu çocuğunu bilerek ve belki de severek oy vermişler.

Bütün bunlar olurken herşey gözler önündeyken, bir de ergenekon iddalarına 'yok canım, olmaz öyle şey' diyeceksiniz.
Bu saftiriklik değil de nedir?

Herneyse bunu bir kenara koyalım. Gelelim dünkü meclis kavgasına.

MHP'li abimiz :) 'siz peygamber olarak kabul edilen bir Başbakan'ın eşini nasıl içeri almazsınız. Sizi gidi beyaz yakalılar sizi' demiş :))
Bunu AKP'liler hakaret kabul ediyorlar haliyle.

Fakat peygamber ocağı denilen yere hakikaten de peygamberin eşi olsa bile baş örtülü diye almazlar, öyle değil mi? Bu konuda abimiz(!) haklı olmuş oluyor.

Şehit annelerine bile yaptılar bu haksızlığı.
Askeriyenin durumu belli...
Başbakan 'eşinin göz yaşlarından' bahsediyor olayla alakalı.
Peki üniversiteli kızların göz yaşları..
8 yıldır iktidarda olan sayın başbakan niçin hala bu sorunu çözemedi acaba?
Şimdi cumhurbaşkanlığı da kendilerinde.
Neyi bekliyor?
Yoksa söylenenler doğru mu?
Başörtüsü sorunu çözülürse bir oy alanı mı kapanmış olacak?

Bir açılım da buna yapamaz mıydı?

Birgün mantıklı meseleler de konuşulacak inşallah bu ülkede!!!!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...