28 Ekim 2009 Çarşamba

Çökelekli omlet


Geçenlerde Kastamonu pazarından almıştık çökelek.

Omlete koyunca çok nefis oluyor.






Bir de geçenlerde arkadaşlarımıza hazırladığımız kahvaltı sofrası var.

Mönüde kol böreği, organik pazardan aldığımız börek ve poğaça, haşhaşlı çörek (peksimet), sadrazam lokumu, tahinli kurabiye, lokumlu kurabiye ve resimde olmayan fırında mücver ve sucuklu omlet vardı. Sofradaki en obur bendim tabi ki!!!



Resimleri bilgisayara az evvel yükledim. Baktım çok iç açıcı görünüyorlar buraya da ekliyim dedim...
İşin kötüsü gecenin 23'ünde karnım acıktı.

26 Ekim 2009 Pazartesi

İlk ayrılık


Dün gece ilk kez kendi odasında uyudu.

Onun keyfi yerindeydi ama benim hiç değildi.

Böyle içim burkuldu, aklım onda kaldı. Garip bir haleti ruhiye içine girdim. İfade edemiyorum şimdi.

İlk doğduğu zamanlar gece biz yatana kadar hep yanımızda kalırdı. Götürüp yatağına yatırmazdım. Ya koltukta ya babasının omzunda uyurdu. Biz yatarken o da yatağına yatardı. İki aylık filan olduğunda babası artık akşam yerinde uyuması gerektiğini söyleyip de bizden önce yatağa yatmaya başladığında da benzer bir ruh hali yaşamıştım. Bu çok garip... O zaman hep yanımda olsun istiyordum heran onu görmek. Aslında belki de normaldi. 9 ay içiçe yaşadıktan sonra birden ayrılamıyor insan.

Ama dün gece ki biraz daha derin bir histi. Ne oldu anlamadım...

Basbaya yatağa girince ağladım ötesi var mı.. Eşim de "Allah allah! Sanki askere gönderdin oğlanı" demez mi :)


Aynı yatakta yatmıyorduk ama her istediğimde bakabiliyordum. Şimdi iki metre daha uzağımda:) Evet düşünce çok komik ama işte öyle hissettim.


Büyüyor...
Ve sanırım ben de..

25 Ekim 2009 Pazar

Son günler

Minik sincabın önce alttaki sonra da üst dişleri çıktı.
Ve sanırım şu sıralar başka dişler patlayacak geceleri sıksık uyanıyor.
Gündüzleri de keyifli değil sanki eskisi kadar.
Geçen gün hafif ateşlendi. Gene dişe yorduk. Burnu da hafif tıkalı acaba uyanmalar bundan mı diye de düşünüyoruz.
Ahh bir konuştuğu derdinin ne olduğunu anlatabileceği günler gelse...

Dün sabah kahvaltıda ilkkez mıhlama yedi. Arada canımız çektiğinde Rumeli Hisarının yanındaki hisar kafeye gidiyoruz. Mıhlamasını da çok beğeniyoruz. Gene sabah kalkıp üşenmeden gittik. Ve bu sefer minik sıpaya da minik lokmacıklar halinde verdim. Dişlerini de kullanmayı öğreniyor ya, yiyebildi maşallah.

Emeklemiyor hala. Ama bir asker gibi son sürat sürünüyor. Bayramdan önce başladı sürünmeye. Artık salon sınırlarında durmuyor koridora ordan mutfağa doğru yol alıyor komik surat.

Artık ufak yatağının cibinliğini rahat bırakmıyor. Sabah uyandıysa ve biz onu yatağında bıraktıysak bir yerinden yakalıyor cibinliği. Sonra cibinliği taşıyan mekanizma yavaş yavaş yatağa doğru eğilmeye başlıyor. Korkuyorum üzerine düşürecek diye.

Babası solucanın artık kendi odasında uyuyabileceğini söylüyor. Bakalım bugün yarın ayıracak gibiyiz. Ama odası da hemen karşı kapımız. Aslında hep bizimle kalabilir ama iki kelime konuşurken uyanıyor. Ya da bazen ayak sesimden bile uyanabiliyor. Odasında daha rahat eder diye tamin ediyorum. Benim için gece uyandığında ne kadar rahat olur odasına gitmek bilmiyorum. Ama deneyeceğiz. Açlık dışında uyandığında babası gidecek, anlaştık :)

Sabahları uyandığında "günaydın annecim" diyorum. O da bana "annei" diye cevap veriyor. Ne kadar bilinçli şüpheliyim :)

5 aylıkken başlamıştı "anne" demeye sonra "babababa" ve daha sonra "dedde"
Sonra bayramdan bir hafta kadar önce ne oldu bilmiyorum minik sıpa sustu. Sadece son ses çığlıklar.. Kendi nazarım deydi galiba :)
Şimdilerde biraz biraz başladı lakırdanmaya tekrardan.

Geceleri 2 saatte bir uyanmaktan başka derdimiz yok çok şükür.....

20 Ekim 2009 Salı

Evdeyim

Son zamanlarda genel olarak evime düşmüş durumdayım.
Yemek yapıyorum.
Misafir ağırlıyorum.
Ağırlamam gereken misafirlerin listesini çıkarıyor, sırayla davet ediyorum. İşe dönmeden önce gelmek isteyen herkesi ağırlamak istiyorum.
Evde yapılacaklar için eylem planı çıkarıyorum.
Yarın akşam sedirlerimizin montajı yapılacak bakalım inşallah gönlümüze göre bir odamız olur. Orda bol bol kitaplar okur, hoş sohbetler ederiz.

Böyle bir evcimen oldum ki sormayın.
Geziyorum canım arada o kadar da değil :)

Eşimin iş arkadaşlarıyla bowling oynamaya gittik. Kabiliyetsizin önde gideni olarak ben sonuncu oldum. Eşimse yetenek abidesi olduğu için birinci oldu (gıcık! :) )
İkimizin ortalamasını alırsak normal bir oyun çıkar yani ne diyim, "biz elmanın iki yarısı gibiyiz" ya da "birbirini tamamlayan mükemmel bir çiftiz" :P

Oğluma işe döneceğimi annanesiyle gündüzleri oynayacağını sonra akşam olup benim geleceğimi anlatıyorum. Anlıyordur bence.

İnternetten dizi isliyorum. "Ezel"
Fena değil.
Kocam akşamları dizi izletmiyor ben de gündüzleri internetten izliyorum :))

Böyle böyle günler birbirini kovalıyor.
Şimdi kalkıp kereviz pişirmem gerekiyor.
Portakal da yok evde. Mandalina ve limon koyayım diyorum. Bakalım nasıl olacak.

Sevgiler.

11 Ekim 2009 Pazar

Beyond Borders


Dün gece biraz aşk filmi izleyelim dedik.

Daha önce almış olduğumuz filmler arasında en aşklı olandı "Sınırların Ötesinde".


Üff çok üzüldüm. Ne aşkı!!!, ağladım gene, utandım insanlığımdan, yaşayışımdan.



Angelina Jolie ve Clive Owen oynuyor.


Konusu şöyle:

Angelina Jolie'nin canlandırdığı karakter Londra'da yaşayan bir Amerika'lı. Ve o zamanların conconlarından biriyle evli. (Adam da tam ingiliz tipli) Diğer London conconlarıyla bir yardım balosunda baloyu zenci bir çocukla basan idealist bir doktorla (Clive Owen) karşılaşır ve bu doktordan çok etkilenir. Ve Afrika'ya doktorun çalıştığı kampa yardım götürür.


Afrika'daki insanların görüntüleri içler acısıydı. Angelina ablam da zayıflıkta afrikalılardan kalır değildi ya neyse..

Daha sonra kamboçya'da buluşuyorlar, gene üzücü insan manzaraları. Bu sefer açlık değil savaş ve vahşet..

En sonunda Çeçenistan'da buluşuyor aşıklar. Burda müslümanlara da ... atmasalar olmazmış. Çeçenler'i topraklarını ve halkını savunanlar olarak değil de teröristler gibi göstermişler.


Genel olarak güzel bir filmdi.
İzlemeyenlere duyrulur..

Dünya'nın bir yerlerinde insanlar açlıktan, bakımsızlıktan, bulaşıcı hastalıklardan ölüyor.

Bizlerse "ay bu haftasonu açık büfe kahvaltımı nerde yapsam, bu sene süet çizme çok moda ben de alayım, chanel gözlükler indirime girmiş" modunda hayatımızı sürdürüyoruz.


Tamam herkes böyle değil ama yeteri kadar duyarlı olduğumuzu da zannetmiyorum.

Yardım toplamak çok basit iş. Bizim için çok az olan meblağlarla Afrika'da binlerce insanın hayatı kurtulur. Mühim olan yardımların oralara ulaştırılması. Zira iç savaş yardımların doğru yerlere ulaşmasına engel.
Bu iş de ancak devlet eliyle olur.
İç savaşı çıkaranlar da gene batılılar. Bir de utanmadan bunların filmlerini çekiyorlar.

Bu filmde Amerikalılar iyilik meleği yapılmış. Ne melek ama!!!!
Amerika'ya da Amerikalılara da gıcığım.. Çok sinirlendim daha yazamıycam :)

8 Ekim 2009 Perşembe

Baş ağrısı

Tatilin son günlerinden beri ara ara artan bir baş ağrısı durumu yaşıyorum.
Bazen dayanılmaz oluyor. Kafamı duvarlara vurasım geliyor. Minoset içiyorum sadece hafifliyor. Sonra aynen devam.
Şimdi iyiceyim. İnşallah bugün ağrımaz.

Oğlumsa burun akıntısının yanı sıra öksürmeye de başladı.
Şurubunu püskürtüyor, içmiyor.
Adaçayı yaptım, pekmezle tatlandırdım. Onu da içmedi.
Ne yapacağız bilmiyorum.
Dua bekliyorum.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Güzel şeyler çabuk biter


Bayram bitti..

Tatil bitti..

Yaz bitti..


Depresona girmedim tabi ki ama ömür de bitecek ya bir gün, ona canım sıkkın :)


Uzun uzun yollar tepip kilometreleri geride bıraktık ve kürkçü dükkanına geri döndük.


Sıcacıktı Antalya.

Bunaltmayan tatlı bir sıcaklık.

Yazın gidenler oraların sıcağına nasıl dayanırlar bilmem. En güzel zamanı hazirana kadar ya da eylülden sonra.

Deniz de güzeldi.

Balıklarla beraber yüzdüğünü bilmek de çok güzel. Renk renk balıklar..


Benim sarı böcek sarı kumlarda çılgınca oynadı. Bıraksak yiyecek kumları bir güzel.

Tatilde sürekli ilgi, sürekli gezme, sürekli bir hareket çok fena alıştı tek başıma evde nasıl baş edeceğim bilmem.

Düzeni bozulacak filan diye de hiç takmadım. Yavrucak nerde uyudu nerde uyandı hiç önemli değil. Tatilin tadını kaçırmaya değmez. Eve dönünce zor da olsa gene alışır dedik. Kah pusette kah babasının omzunda uydu. Dedesi bol bol kucağında gezdirdi. E ben bebek olsam ben de ararım bunları. Ama kaldı gene İstanbul'da anacığının zalim ellerine :)

Ben de bol bol kucaklıyorum ama tek başına ne kadar olabilir ki. En zoru da evde çok sıkılacak. Günde bir kere filan dışarı çıkmak kesmez herhalde. Ama buna da alışacak artık ne yapalım.



İnşallah herkes ailesiyle dilediğince tatiller yapsın, hayatımız tatlı bir tatil formatında geçsin. Amin :)
Tatil güzel geçti ya sonrası??


Cumartesi gecesi eve bir geldik ki sular akmıyor. Meğer benim akıllı kocam İski'ye gidip suyu üzerimize geçirmemiş.

Pazar günü erkenden çıktık suyu akan bir yerler bulmak ümidiyle. Önce kahvaltı yaptık sonra da attık kendimizi nadide bir alışveriş merkezine. Dışarda da nasıl yağmur yağıyor Allahım!! Gel de Antalya'yı arama.

Sanırım kalabalık alışveriş merkezinde kaptı birşeyler benim oğlan. Gece iki saatte bir ağlaya ağlaya uyandı. Burnu tıkanıyor. Biz açıyoruz rahatlayıp uyuyor. Sonra gene..

Şimdi salya sümük vaziyetinde.

Bu sabah erkenden İski'ye ordan elektiriğe ordan da doktorumuza gittik. Üst solunum yollarındaymış problem. Geçecek inşallah...


İşte böyle benden havadisler...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...