7 Ağustos 2013 Çarşamba

Dönesim tuttu..

Buralara uğramayalı ne de çok oldu.

Yazmayınca yazasın da gelmiyor, yazacaksan da nereden başlayacağını bilemiyorsun.
E onca zaman yazmamışsın bir sürü hadise var anlatacağın, ama hangisini söylemeli ki en evvela..?!!

Ya da bişey demeden bişey olmamış gibi, sanki en son daha dün yazmış gibi kaldığı yerden devam mı etmeli...

Belki sadece şunu söylemeli hala şirinAnne diye bir blogger olduğunu hatırlayan varsa;




28 mayıs sabahı, hatta sabah karşısı bizim eve, yatak odasına bir yavru düştü. Bu ansızın gelen yavrudan sebep yazmayışım onca zaman.

Daha bir gün önce oğluşum kadar nasıl severim ki bir başka çocuğu derken bir anda nasıl da sevilirmişi gösteren bir yavru kuş düştü.

Aceleci, ne olduğunu anlamadan odamıza doğuveren bir yavru kuş düştü.


Detayları inşallah sonra uzuuun uzun anlatırım.

Araya bir de bayram girmeden bir ses edeyim dedim bloguma.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Kral gibi


Fatih'te ve Florya'da var şubeleri. Fatih'tekinde manzara olmasa da boş masa bulmak çok zor. Özellikle Arab misafirlerimiz boş bırakmıyor gibiler..


 Florya'da ise manzaraya doyuyorsunuz. Üstelik de çok çok geniş. Çocuklar için ufak bir oyun odası bile var. Mescidi de gayet hoş.



 Tuzda kuzu ve tavuk resimlerdeki şov sonrası yeniliyor.






Giderseniz HasKral'a çok yemeyin.


Künefeye yer kalsın :))

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Soğan Mucizesi desem mi?



Desem mi demesem mi bilmiyorum. Fakat son haftalarda yakın arkadaşı sarımsakla ailemizdeki yoğun kokulu yerini anlatmak istiyorum.

İki hafta önce mübarek 1 mayıs arefesinde oğluşumu hafif ateşle (37 gibi) kreşe gönderdim. 11 gibi aradığımda uyuduğunu söylediler ki okulda ilk kez uyuyor. Anladım ki ciddi bir rahatsızlığı var. Bir saat kadar sonra kustuğunu öğrendim. Gidip aldım. Evde yoğun bakıma alacağız, ertesi gün de zaten tatil iyice istirahat edecek. Sonra ki güne hiç bir şeyi kalmayıp okuluna dönmüş olur diye düşünüyorum.

Fakat durum hiç de öyle olmadı. O gün evde de kusmaya devam etti. Ateşi 39'un üstündeydi. Hiç bir şey yemiyor sadece ara ara sıvı alabiliyordu. Ertesi gün kusma kesildi fakat ateş ve iştahsızlık devam ediyordu. Yemek yemesi için zorlamıyorduk. Zira vücut hastalıkla uğraşıyor bir de başına sindirim işi açmayalım diye düşünmekle beraber tamamen dermansız kalması da çok yıpratıcı oluyordu. 6-7 saat 39.5 civarı seyreden ateşini doktorumuza bildirdiğimizde sinüzit olabilir dedi. Boğazında birşey yok fakat burnunda yoğun iltihaplı akıntı vardı. Bu kadar uzun süre ateşli olması sonucu vücut kendi yağlarını yakmaya başlar dedi. Bunun üzerine 1 kaşık calpol verdik. Aynı gece yoğun titremeyle geri dönen yüksek ateşi 40 derecenin üzerine çıkmış ve vakit gece yarısını geçmişti. Sıra dolvendeydi. Hiç istemeyerek verdik şurubu. 

Bütün gece horlaya horlaya uyudu yavrucuk. Arada burnunu temizlesek de o kadar dolu ki horultu bir türlü kesilmiyordu. Bu arada bizim yanımızda yattığı için hem tedirginlikten hem de gürültüden ben de pek uyuyamıyordum.

Ertesi sabah 39luk bir güne daha başladık. Ballı ıhlamur, pekmezli melisa, su içebildi sadece. Öğlene doğru artık birşeyler yesin diye bir calpol daha verdim. Ve soğuttuğum pirinç çorbasına sarımsak ezdim onu yedi. Üzerine de soğan suyu içti. Soğan suyunu şöyle veriyoruz; soğanı rendeleyip suyunu çıkarıyoruz. Sadece suyunu bir çorba kaşığına koyup kaşığın uç kısmına bal koyuyoruz. Böylece çocuğun ağzına önce bal gelmiş oluyor. Özellikle öksürüğe çok iyi geliyordu ki doktorumuz telefonda durumu için antibiyotik gerekebilir deyince doğal olanları kullanalım dedik. Bu arada liseden arkadaşım da çocuk doktoru olduğu için onu da bu süreçte çok rahatsız ettim.

Şurubun etkisi geçerken yine titreme ve 40'ın üstüne çıkan ateşe biraz daha sabrettik zira saat daha erkendi. Ve 22 gibi 38lere inince şurupsuz uyuduk. 

Ve geldik 3 mayıs sabahına. 37.7 ateş bizi sevindirdi. Kahvaltıda üç lokmacık yiyebildi sadece. Ve bir doz daha soğan suyu. Soğan suyundan sonra çikolata verdim fakat sanırım midesini rahatsız etti. Gün içinde ateşi yine 39ları geçti. Kusması ilk günden sonra olmamıştı fakat bugün ishal eklendi. Öğlen çok az sarımsaklı çorba içebildi. Gece o da biz de rahat edelim diye bir kaşık calpol daha verdik. 

O gece moralim hiç kalmamıştı artık. Grip olduğunu düşündüğümüz ve ateşten başka da bir sorunu olmadığı için doktora götürmediğimiz çocuğumuz çok zayıflamıştı. Zaten zayıf bir oğlandı şimdi iyice Somalili çocuklara dönmüştü. Acaba başka bir sorun mu var, biz mi hatalı davranıyoruz. Diye düşünüp düşünüp ağlarken o gece hemen hiç uyumadım. Ertesi sabah 38lerde başlayan ateşi gün içinde yine 39larda gezindi. Akşam üzeri soğan suyu verebilmek için midesine birşeyler girsin diye, birşeyler yiyebilmesi için de ateşinin biraz düşmesi gerekiyor diye 1 kaşık calpolü daha verdik minnaka. İşe yaradı az yemek ve 1 doz soğan suyu daha aldı. Bu kez üzerine hurma verdim. O gece hala horlasa da daha rahat uyudu. Bu arada burnunu sık sık okyanus suyuyla temizleyip uyduğunda yastığına Cold Mix damlattık. Bunların da çok faydasını gördük.

5 mayıs sabahına ise çok zayıflamış, çok yıpranmış, gözleri şişmiş fakat iyileşmeye başlamış olarak uyandı. Artık ateşi yoktu elhamdülillah. Oyun oynayabiliyor hatta bisiklete bile biniyordu. 

Pazartesi okula göndermedim. Salı öğleden sonra veli çayımız olduğu için beraber gittik. İyi ki de gitmişiz anneler günü programı yapmışlar çok duygulandık. Güzel bir anı oldu bizim için.

Ertesi gün de gitti kreşe. Herşey iyi görünüyordu ki, o gece uykudan ağlayarak uyandı. Ne olduğunu anlayamıyorduk. Ağlıyor ne olduğunu söylemiyordu. Zarzor kulağının ağrıdığını anladık. Antibiyotikten kaçarken şimdi de orta kulak iltihabı mı olmuştu!! Bu durumda bütün doktorlar antibiyotik veriyordu ve tehlikeli de bir durum olduğu için biz de pek insiyatif kullanamaz vermek zorunda alırdık. Fakat bu sırada aklımıza soğan geldi. Daha önceden duymuştum soğan suyunun kulak ağrısına iyi geldiğini. Hemen ikişer damla damlattık. Yarım saat kadar daha bağırıp sızdı ve sabaha ağrısız uyandı.

Şimdi siz olsanız soğan için ne düşünürsünüz... Biz onu ve yakın arkadaşını seviyoruz. Kokuyor olabiliriz ama kimyasal ilaç almaktan iyidir herhalde.

Bu kadar uzun süren ateşi 4-5 kaşık ateş düşürücüyle atlattığımız için seviniyorum fakat hatalı birşey yaptık mı acaba diye de bir tedirginliğim var. Belki bir kulak burun boğazcıya ya da kendi doktoruna kontrole götürebilirim.

Uzun süren bu hastalık oğluşun huyunu da değiştirdi tabi ki. Sınırları zorluyor daha fazla. Su isterken bile mızlıyor. Okula gitmek istemiyor. Odasında yatmaya çok rahat alışmışken, 3 aydır hiç sorunsuz kendi yatağında uyuyorken hastalık sonrası bizim odadan ayrılmak istemedi. İyileştiği halde 'ya yine ateşim çıkarsa' diye kandırmaya çalıştı. Fakat şuan yeniden düzenimizi kurduk gibi görünüyor.

İnşallah tamamen atlatmışızdır. 

Bütün yavruları Allah korusun diyor bu uzun hastalık  yazıma son veriyorum. Bu kadar ayrıntılı yazdım ki sonra baktığımda ne zaman ne yapmışım hatırlayayım diye.

2 Mayıs 2013 Perşembe

EBA


Bizim oğlan hala daha TV izlemiyor. Tabi bazen gittiğimiz yerde görür de izlerse çok da karışmıyorum. Zira bu bahsettiğim yılda birkaç defa oluyor. Ve diğer çocuklar izlerken kendisine 'yasaklandığını' hissetse daha kötü etkilenir diye düşünüyorum. E zaten 4 yaşını da geçtiğine göre çok da mühim değil. Tek sıkıntı o durumda ben yanında olamadığım için ne izlediklerini bilemeyebileceğim. Sıksık gidip kontrol etmem gerekiyor eğer benim yanımda değilse. Dediğim gibi çok çok nadir oluyor bu durum da. Kendisi benim arkadaşlarıma gelmeyi genelde tercih etmiyor. 'Kadın gezmesi' ne gelmek istemezmiş. Ergen misin be oğlan!! Bildiği bir arkadaşı olursa ne ala.

Üç hafta önce pazar geceleri sinema saati yapmaya başladık. Mısır patlatıp 20-30 dakikalık bir CD açıp izliyoruz. Ki çok çok hoşuna gidiyor. Fakat sinema saatinde izleyecek kısa film-çizgi film bulmakta da sıkıntı yaşıyoruz. Zira Buz Devri gibi şahane animasyonları çok uzun buluyorum ve şuan için gereksiz diye düşünüyorum. Bu konudaki alt yapı eksiğimi hızlı bir şekilde tamamlamam gerek. Misal bu pazara izleyecek bir şeyimiz yok.

Cep telefonundan oyun filan oynamaz. Çünkü ona kimse böyle birşey açmadı. Sadece babası Hacivat-Karagöz izlettiği için arada onu ister. Bir de benim cep telefonumdan nasıl öğrenmişse şarkı açıp onu dinler.

Teknolojiden şuan için uzak durmaya çalışıyoruz. Hayatında büyük bir boşluk da oluşturmuyor bu durum. Oyun oynamaktan, hoplayıp zıplamaktan, boyamaktan, kitap okutmaktan, e arada da çıldırtmaktan TV ve diğerlerine pek zaman kalmıyor. Gerek de kalmıyor.

Milli Eğitim Bakanlığının bir sitesini keşfettim geçen gün. Hangi vesileyle hatırlamıyorum. Bir grupta biri birşey mi tavsiye etmişti acaba, hatırlamıyorum.

Site EBA ; Eğitim Bilişim Ağı.

Her sayfayı detaylı incelemesem de 4 yaşında ki çocuğum için çok faydalı bir şey buldum. Ses dosyaları içinde, bir nevi radyo tiyatrosu olan hikayeler var. Şuan Deniz Yıldızı'nı dinliyoruz, her akşam 2 hikaye olmak üzere. Çok hoşumuza gitti. Dediğim gibi detaylı inceleme fırsatım olmadı, varsa ters bir şey lütfen bana da bildirin dikkat edelim. Böyle bir durum tabi önce milli eğitime bildirilme ki daha dikkatli davranılsın.

İstedim ki benim gibi TV'den uzak durmaya çalışan anneler bu siteden haberdar olsunlar.

Ayrıca Adem Güneş'in bir sözü şöyleydi: 'Periyodik radyo tiyatroları dinleyen çocuklar, "soyut kavramları sembolleştirebilme" ve "zihinsel süreç takip etme" yeteneği geliştiriyorlar'.


29 Nisan 2013 Pazartesi

Merhaba


Uzun zaman oldu yazamayalı.

Eve transfer oldum.


Paralel kanatlar



Sebebi yeni bir misafirimizin yolda olması. İzne ayrılmadan önce iş yerinde işlerimi toparlamak istedim. Ve bu süreçte pek bloguma ve bloglara pek vakit ayıramadım. Sanırım iş yetiştirme sebebiyle yaşadığım stres sebebiyle sonrasında da bir takım sağlık sorunları yaşadım.
Şimdi daha iyiyim elhamdülillah.




İzne ayrılınca yapacağımı düşündüğüm ne hayallerim vardı. Doktor istirahat tavsiye edince evden bile çıkamadım. Dışarıda pırıl pırıl güneş var fakat sen çıkamıyorsun. Zor..


Misafirimizin vaktinden önce gelmemesi dileğimiz fakat geldiği zaman zaten vakti gelmiş olacak değil mi? Hayırlısı inşallah..



Pazar sabahı Dolmabahçe sahilinde aldık soluğu. Çok da iyi geldi doğrusu. Benim gibi gezenti bir şirinin uzun süre evde kalması çok ciddi bir sıkıntı. Adam da şirinlik mirinlik kalmıyor.



1 Nisan 2013 Pazartesi

Hayvanat Bahçesinde

Dün (pazar günü) hava nasıl güzeldi.. Kimseler evinde durmamıştır herhalde. Herkes sağlıkla huzurla gezsin inşallah.



Biz de bir yıldır isteyip de gidemediğimiz Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı nda aldık soluğu. Niyetimiz açılış saatinde yani 8:30'da orda olmaktı fakat 10:30'ta varabildik. Bu bizim her zaman ki dakikliğimiz. Neyse ki hayvanat bahçesi kalabalıklaşmamıştı. 



Giriş ücreti yetişkin 15 lira, 4 yaş ve altı ücretsiz. Bize girişte bir yıllık üyelik önerdiler. Kişi başı 30 liraya. Yakın olsa sık sık gelmek mantıklı da şimdi daha ilkkez geliyoruz bu şekil bir gezelim biz dedik ve üye olmadık.


Bizden sonra kalabalık bir ilkokul grubu vardı Allah'tan onlardan önce gişeden geçmişiz diye sevindik.


Hayvanat bahçe genel olarak güzel. Hayvan çeşitliliği daha da arttırılabilir, fakir geldi bana biraz. Sanırım bağışlarla da önemli bu noktada. 

Gerçi Brezilya ve Tayland'dan sonra buraya 'vaay' diyemeyeceğimiz belliydi. Ukalalık oluyor sanırım ama doğrusu bu:)



Tayland'da fillere binip, yılanları boynuna doladıktan sonra denizde rengarenk balıkları ellerinde besledikten sonra ya da Brezilya'da şunları gördükten sonra (pek de hayvan resmi koymamışım bloga) buradaki minicik kafesteki Sibirya kaplanı için sadece üzülüyor insan. 

Ukalalığı bir kenara bırakıp hayvanat bahçesi dramıyla mı yüzleşsek. (Bu arada Afrika'ya gidip de Masai Mara'yı görseydim kim bilir neler diycektim, ne gıcıklıklar yapacaktım:) ) 




Brezilya'da, Tayland'da ya da yurdumda ufacık kafeslerde o hayvancıkları sırf 'insan'lar zevk alsın diye yaşatmaya çalışmaları, doğal hayatlarından koparmaları ne acı. Madem böyle düşünüyorsun niye gidiyorsun diyeceklere de verecek çok cevabım yok. Belki birkaç yıldır niyet edip de gidemememizin sebebi budur.



Hayvanları çocukların görmesi için sirkten daha iyi bir yol olduğu kesin. En azından güzel bakılıyor ve eziyet edilmiyor diye sevinebiliriz. 

 


Hayvan hakları konusunda çok radikal değilseniz tavsiye ederim. 

 

Çocuklar için de güzel bir alan yapmışlar. Go-kart var ki Ömercik defalarca binse bıkmayacaktı. Buz pateni tarafından öyle yüksek seste müzik geliyordu ki parkın ruhuna tamamen aykırıydı. Ne gereksiz bir gürültü.. Oraya gelenler müzik değil hayvan seslerini dinlemek isterler bence. Bu şikayetimi de ilgili yerlere yapmalıyım değil mi? (Yaşalandığımda çok huysuz olucam, kesin)

 
 (Çok Avrupaisin seeenn Maviş!!!!!)


( Türkan Şoray'ın gözleri mi senin kiler mi?????? Sürmeli!!!)





 Seni nazlı orkide..



Ayrıca çocuklar poni ata binebiliyor. 

Şu hayvanı Foz Do Iguaçu'da görmüştük insanlara çok yakın(!) davranırken fakat ismini yurdumda öğrenmek nasip oldu. 'Halka Kuyruk Koati' 



Hava çok güzeldi fakat çoook sıcak oluşu bizi baya bir bezdirdi. 28 derece!!!

Biz buna bahar mı diyoruz, yaz mı???

Mutlu bir hafta herkese...


25 Mart 2013 Pazartesi

Parkada


Bu pazar diyetimizde Oyuncak Müzesi vardı.




Fakat baktık ki hava güzel, ışıl ışıl, e bizim de çıkmamız öğleni bulmuş. Açık havada bi yere gidelim dedik. Önce Florya sahiline yöneldik sonra da aklımıza Bayrampaşa'daki Parkada geldi. Daha önce hiç gitmediğimiz için keşfedesimiz geldi.



Güzel mi? Eh güzel. Aslında çok güzel yapılmış fakat saat 2'den sonra ki o kalabalık pek güzel değildi. Yani çok kalabalık olunca çocuk istediği gibi koşamıyor koşunca 3-5 numara büyük çocuklar düşürüyor. O kalabalıkta serseri tipli gençler hoş görüntüler sergilemiyor.



Kafeteryalar var içinde. Bi tanesinde gözleme yemek için oturduk ama bir daha aynı kafeye girmeyiz herhalde :)

Belki cumartesi daha iyi olur.





20 Mart 2013 Çarşamba

18 Mart 2013 Pazartesi

Bunlar da denemelerim


Komutan oğlumun askerleri..




Doğum günü süslerimizi hala çıkartmadık. 23 Nisana kadar kalsın diyoruz.



 Çengelköy'de kahvaltısını yapan kral bir kedi.






Fatih'te çocukları ve dahi beni kendine çeken bir tezgah.

14 Mart 2013 Perşembe

Bende Laleler Açtı



Keşke hiç solmasalar...

11 Mart 2013 Pazartesi

Hypnobirthing Mongan Yöntemi


Zaten okuyacaktım, bir arkadaşımın doğumuna katılma ihtimalim çıkınca ortaya hızlı bir başlangıç yaptım. Fakat arkadaşın annesi memleketten geldikten sonra doğumu  gerçekleştiği için bana gerek kalmadı ben de kitabı yavaşlattım. Bu arada arkadaşımın ilk doğumu sezaryendi fakat ikinciyi normal yapabilmek istiyordu. Fakat son ana kadar uğraşmasına rağmen doktoru sezaryen olması gerektiğini söyledi. Doktorunu sezaryen sonrası normal doğum yaptıranlar arasından seçtiği için de güvenmek durumundaydı. Son ana kadar bekledi. Elinden geleni yaptı. Hayırlısı böyleymiş diyor, bebişe ve annesine sağlık afiyet diliyoruz.

 
Şimdi tekrardan bu şahane kitaba başladım. Burdan da siz değerli arkadaşlarıma duyurmak istedim. 

Doğum hazırlıklarının en başında kişinin korkularından arınması geliyor. Anne adayları doğmamış bebeğin yatağından, biberonuna, hastane çıkışından banyo girişine herşeyi düşünüyorlar fakat doğuma heycanla hazırlanmak yerine hiç düşünmemeye çalışıyorlar çoğu zaman.

Mümkünse o bebek oradan bir şekilde hiç hissettirmeden çıksın/çıkarılsın, aklanıp paklanıp cicileri giydirilip getirsinler biz sevelim. Ve dahi bu mantaliteden dolayı çocuk büyütmenin her aşaması günümüz kadını için çok büyük sorun. Çocuk hayatı zorlaştırmak için gönderilmiş bir yaratık adeta. Kadınların ömrü, ayarsız gönderilen bu yaratıklara ayar çekmekle geçiyor.

Halbuki daha hamile kalındığı andan itibaren herşey öyle güzel dizayn edilmiş ki. Bulantılar, halsizlikler, kusmalar bile kişi için birer rahmet. Muhtemelen o kişinin vücudundaki bir takım rahatsızlıkların giderilmesi için, belki o an insana çok büyük zahmet gibi gelse de birer lütuf adeta. Kadın bedeninin sesine kulak verirse 'yavaş'layacak. Bu hem bebeğin hem bedenin istediği ama buna bile biz çağdaş kadınlar kulak tıkayabiliyoruz.

Doğumda da durum aynı paralellikte ilerliyor aslında. Doğduğu günden beri korkunç doğum hikayeleri dinleyen modern kadın kendisi 20li 30 lu yaşlarda doğum yaparken bilinç altındaki o korkuyla baş edemiyor ve vücudun salgıladığı doğal morfin olan endorfini hissedemeden bağrış çağrışla, sağlık ekibinin de kendisine 'hasta' muamelesini daha hastane kapısında yapmasının katma değeriyle acıya odaklı, bol sancılı sonrasında sadece 'çok çektim' diye hatırladığı bir doğum yaşıyor. 

Öncesinde bir çoğu 'korku'dan sezaryen kararı veriyor bile, gereksiz yere kesiliyor da umrunda bile olmuyor. Ya da rutin sunni sancıya hiç ses çıkarmıyor. Epidurali büyük bir nimet sanıyor. Vs..(Burada bahsettiklerim gereksiz müdahaleler, yoksa modern tıbba karşı değilim tabi ki)

Şiddetle tavsiye ediyorum Marie F. Mongan'nın bu kitabını.

Şöyle ki:

Doğumunuz kolay, rahat, sakin, doğal, ağrısız, keyifli bir anı olsun size ve bebeğinize hiç unutulmayacak bir hediye...

Keşke’siz doğumlar için eşsiz bir rehber…

Çocuk doğurmak korkulacak bir şey değildir, hayatın doğal ifadesidir. Bu kitapta Marie Mongan acının doğumun doğal bir eşlikçisi olduğu efsanesini çürütüyor. Bedenimizi gergin ve kapalı tutan korkuyu serbest bıraktığımız zaman nazik doğumu yaşayacağımızı kanıtlıyor…

7 Mart 2013 Perşembe

DJANGO Zincirsiz


Müthişti. Harikaydı. Son yıllarda izlediğim en güzel filmdi.

Westerndi. 

Çocukluğumda da kovboy filmlerini severdim, özlemişim. Fakat yine de bu başkaydı.

Başroldeki Jamie Foxx çok iyiydi.

Fırsat bulursanız kaçırmayın. Ben hatta, annemle babama da izletmek istiyorum. Çıksın hele DVD'si.



4 Mart 2013 Pazartesi

4 oldu / YEŞİL Parti


Benim miniğim önce ki haftasonu tam 4 yaşında oldu.

Nasıl oldu, nasıl geçti 4 koca sene inanılır gibi değil ama karşımda dikine uzun, bazen ergen tavırlar takınan sarı bir velet duruyor. Kendisine 'artık tam abi oldum' diyor.

İlk 4 senenin ruhsal embriyo dönemi olduğunu düşünürsek; oğlum yeni doğdu. (Ay şimdi kırkı çıkınca bir mevlüt mü okutcaz :P)

İşte bu sebepten bu doğum günü bizim için çok önemliydi.
Bizim odamızdaki yatağından kendi yatağına transfer olacağını bu partiye bağlamıştık. Aylar evvel ara ara söylediğim: "sen 4 yaşına geldiğinde doğum gününü kutlayacağız. Arkadaşların gelecek, pasta keseceğiz. Sonra odanı biraz değiştireceğiz. Süsleyeceğiz. Roket şeklindeki gece lambasını alacağız. Ve sen artık odandaki abi yatağında uyuyacaksın." gibi hazırlık cümlelerini hayata geçirmemiz gerekiyordu.

Ama nasıl bir parti olacaktı bu konu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Eşimin, annemin, arkadaşlarımın ve dahi babamın dışarda bir yerde toplanalım evde ben yorulmadan bugünü geçiştirelim şeklindeki fikirleri cazip gelse de çocukların evde daha rahat edeceklarine karar verip 5-6 gün önce evde bir parti yapmaya karar verdim.

Şu dönem hiç enerjisi olmayan ben deniz için çok çok kısa bir zaman kalmıştı fakat canım eşim bana yardım eder nasıl olsa. E annem de var. İkram konusunda sıkıntı yaşamam. Gelenler de yabancı mı canım ne olacak diye cahil cesareti giriştik hazırlıklara.

Peki parti konsepti ne olacak? Pastayı kime sipariş vereceğiz? Şeker hamuru da olsun istemiyorum. Peki süsleri nereden bulacağım... Diye başladı kafa yorgunluğu..

Parti teması diye birşey olmasın dedik. Yok uçak, yok araba değil.... Bu parti yeşil olacak arkadaş dedik. Zira oğlumun en sevdiği renk yeşil. Bulaşık fırçası alacağım ben kırmızı alıyorum oğlum: "anne lütfen yeşil alalım" diyor. öyle yeşil hastası bir çocuk.

IKEA'dan yeşil tabak, bardak ve peçeteleri alarak işe başladık. İnternetten yeşil fener seti, çatal, masa örtüsü gibi detayları sipariş verdim ertesi gün elime ulaştı. Parti paketi.




Hafta içi birkaç gün iş çıkışı ve dahi öğle arasında birkaç defa AVM turu yapmak zorunda kaldım. Oğlum için yeşil kıyafet aradım. Aslında istediğim yeşil papyon ve yeşil pantolon askısı almaktı. Beyaz gömlekle çok yakışacaktı. Aradım bulamadım. Arkadaşımın hediyesi olan yeşil gömlek ile idare ettik. Vakit olsaydı kumaş alıp kendim dikerdim, ama malesef...

Partimiz pazar günü olacak, ve biz cumartesi sabahı Eminönü'ndeydik. Cupcake kalıpları,  minik yeşil pasta şekerleri, yeşil badem şekeri, fıstık şekeri, şekerci kavanozları, misafirlerimiz için minik hediyeleri sunmak için minik poşetler, yeşil tül, kurdelalar, vs. almak için Eminönü'nünden başka bir yer biliyor musunuz?

Tavana pelur kağıttan süsler yaptık. Kağıtları Derpa kırtasiyenin Güneşlideki mağazasından aldık. Ponponların yapılışını şuradan öğrendik. Bizim bey de bu ponponları yapmalara doyamadı doğrusu.

İki tonda aldığım yeşil balonları dedemiz şişirdi. Ve parti sonunda oğlanlar hepsini çatallarla tek tek patlattı. Bence çok eğlenceli bir aktivite olan bu gösteri bazı koca adamları çok korkuttu:) Aa bir de 2 yaşındaki minik Zeynep'i. Gerçi o pastadaki mumlardan da korkuyordu.

Bütün hafta geç yatıp erken kalkmaktan ve İstanbul'u arşınlamaktan bitap düştüğüm için parti günü çok çok yorgundum. Bu partinin bütün detaylarının fotoğraflarını çekememişim. Ah şöyle profesyonel bir makinem olsaydı ve ben de eğitilmiş olsaydım ne çok malzeme vardı. Gerçi o halde bile çekebilir miydim şüpheliyim. Zira hakkaten kolum kalkmıyordu. Bir daha ki sefere bol fotograf çekerim bile diyemiyorum. Çocukların çıldırdıkları anları çekip, o pon pon süslerin geldiği son noktayı sizlerle paylaşmak isterdim. Fakat halsizlikten elim makineye hiç gitmedi. Masadan kalkmak dahi istemedim. Beni bırakın ben patates salatamı yiyeyim modundaydım.





Gelelim menüye:
Pastamızı Merhaba'ya  yaptırdık. Çok lezzetliydi doğrusu. Oğlumun yeşil aşkına istinaden cupcakelerinin de yeşil olması gerektiğini düşünüp ıspanaklı kek yaptım. Üzerindeki süsü ise hiç de hayal ettiğim gibi olmadı. Yine de yeşil şekerler iyi gitti.

Etimek tatlısını yeşillendirmek için üzerine antep fıstığı serptim. Yeşil şekerlerle de 4 yazdım.

Patates salatası da yeşilimsidir malum. Pazı salatası tabi ki yeşil.

Yaprak sarması yeşil. Suböreğinin içindeki maydanozlar yeşil. Arkadaşımın yaptığı minnak poğaçaların çevresinde bol maydanoz var, maksat yeşillik olsun. Şekerci kavanozlarımız da ise yeşil makaronlar olabilirdi olmayınca, acıbadem kurabiyeleri, bezeler yeşil olmadı ama diğer ikisinde yeşil badem şekeri ve fıstık ezmesi yeşilin dibine vurdu. Ah bir de diğer arkadaşım o lezzetli içli köftelerinin bulguruna yeşil gıda boyası koysaydı  :-S İğrenç olurdu dimi?

Gelelim parti sonrası vaziyete: o akşam oğlumun odasına yeşil raflar taktık. -Tabi ki YEŞİL- Daha önce alıp 'Odana taşınmadan önce duvarlarına yapıştırırız' dediğim stickerları yapıştırdık. Roket gece lambasını yaktık. Ve oğlum artık odasında uyuyor. Elhamdülillah şimdilik iyi gidiyor. İnşallah hiç bozulmaz ki çok duyuyoruz 'başta odasını çok seviyordu sonra yine bizimle uyumak istedi' hikayeleri...



4 yaş bizim için başka başlangıçların da miladı olabilir. Sinemaya gitmek gibi, ya da evde film gecesi düzenlemek gibi. Belki yüzmeye başlar. Belki de bir gece bizden ayrı kalabilir. Sonrasında yazın birkaç hafta olabilir bu süre. Bunu bilmiyorum. Sadece olabilir diyorum.

28 Şubat 2013 Perşembe

Renkli salata



Bu salatayı çok önceden yapmış, bir grup çok sevgili arkadaşımın beni ziyaretlerinde ikram etmiştim de şimdi buraya not düşüyorum. Zira tekrar yapasım geldi.


Şöyle yapıyoruz efenim:

10 tane kadar patatesi haşlıyoruz. Ve eziyoruz. İçine tuz, karabiner ve limon ilave edip karıştırıyoruz. İki parçaya bölüyoruz.

2 büyük boy havucu rendeleyip zeytin yağında biraz kavuruyoruz. Sarımsaklı süzme yogurt ve tuz ilavesiye bir kapta karıştırıyoruz.

1 kase kadar mor lahanayı rendeleyip 3-4 dakika zeytinyağında kavuruyoruz. İkiye böldüğümüz patateslerin ilk parçasıyla bunu karıştırıyoruz.

Doğranmış taze soğan ve maydanozla da diğer ezilmiş patates parçasını karıştırıyoruz.

Şimdi elimizde  grup  salata oldu bunları istediğimiz bir kalıba istediğimiz sıra ile üst üste yerleştiriyoruz. Güzelce bastırıyoruz. Üzerine de sarımsaklı yoğurtla süs yapıp afiyetle yiyoruz.




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...