30 Temmuz 2009 Perşembe

desperate housewife

Bu akşam minik sıpa resmen sızdı, bayıldı.


Bütün gün beslenirken ki kestirmelerinin dışında hiç uyumayan,uyumadığı için de kestirmelerinin ancak 2 saat yettiği sonra şarjı bitmiş cep telefonu gibi vıyaklayan bir yavrum var.


Bu akşam üzeri duşa kabini takmak için bir grup usta, tv sehpası vs. montajı için bir grup usta gelince yavru kuş baya meraklandı. "Ne oluyo lan bu evde, bir sürü adam doldu birden" bakışlarıyla etrafı süzdü. Sonra da kucağımda bayıldı kaldı.


Demek ki bu sıpayı böyle yorup sonra da yatağına bırakmak gerekiyor.






Desperate Housewives'ın bir bölümünde zavallı n çocuklu Lynette oğullarını kreşe (mi ana okuluna mı yoksa normal okula mı işte bir okula) vermek istiyor ancak o yaramazları kimse kabul etmiyor. Çocukları bir ana okulu yöneticisine göstermeden önce bütün gün çalıştırıyor, koşturuyor ve çocukların pestilini çıkarıp bütün enerjilerini boşaltıyor. Daha sonra hiiç yaramazlık yapmaya mecalleri kalmamış veletleri gören okul yöneticisi bunları okula kabul ediyor.

O zaman iyi takdik diye düşünmüştüm bugün de test edip onayladım :)

Bu oğlan beni bir desperate housewife yaptı, tanrımmm!
:)

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Va, Vis Et Deviens



Bir Şans Daha


Bu filmi izleyeli 3 yıl kadar oluyor. Ne kadar da etkilenmiştim, aklıma geldi. Gene bir yerlerde bulsam da izlesem.


Tarık Zafer Tunaya kültür merkezinde izlemiştik.


Film 14.10.2005'te vizyona girmiş. Sanırım ben de 2006 yılında izledim. (Tarık Zafer'de hala film gösterimleri oluyor mu acaba)


Filmi gözlerim dolu dolu, boğazımda bir düğüm ve ruhumu sarmış öfkeyle izledim.

Öfkem ırkçılığa, öfkem insanlara ayrımcılık yapılmasına, öfkem dünyada bazı insanlar açken bazıları ve bizler de aşırı rahat yaşıyor oluşumuza, öfkem yaşamak için bazı insanların özlerinden taviz vermek zorunda oluşlarına ve öfkem tabiki İsrail'eydi.



Konusu kısaca şöyle:

1980lerde kıtlık yaşanan Etiyopya'dan Yahudi asıllı zencileri İsrail korumaya alır ve grup grup İsrail'e taşır.

Bir grubun naklinden önce Yahudi bir annenin oğlu ölür. 9 yaşındaki oğlunun bu kötü yaşam koşullarından kurtulmasını isteyen Hıristiyan bir anne oğlu ölen Yahudi anneden oğlu yerine kendi oğlunu İsrail'e götürmesini ister. Hıristiyan çocuk ölen çocuğun yerine geçer ve ismini de alır. Şlomo.


İsrail'e vardıklarında önce herkesin Yahudi olup olmadığı kontrol edilir. Bizim ufaklık sınavı geçer :) Bu arada kendini İsrail'e getiren annesi de ölmüştür. Şlomo'yu burada iyi bir aile evlat edinir. Ancak çevreden renginden dolayı hep dışlanma ve baskı görür. Ailesi ise her defasında onu korur. İlk gençlik yıllarındaki aşkı Sarah da ona inanır. Ne var ki babası bu aşkın karşısındadır ve kızının bu zenci çocukla arkadaşlık yapmasını istemez. Şlomo'nun gerçek bir Yahudi olmadığını söyler. Şlomo'sa artık gerçekten bir Musevi gibi hisseder ve Yahudiliğini ispatlamaya çalışır.



Kaptırdım gidiyorum, daha detaylı anlatmayayım zira izlenmesi gereken bir film. Filmin sonunda Şlomo bir doktor olarak Etiyopya'ya gider ve öz annesi hala yaşamaktadır.



Filmde beni en çok etkilen sahnelerden birisi Şlomo'nun İsrail'e geldikten sonra duş aldırıldığı sahne. Kıtlık yaşanan, susuzluk olan bir ülkeden gelen bir çocuğun duş alırken akıp giden suyu görünüğündeki şaşkınlığı ve suyu kaybediyor olmanın korkusunu çok güzel ifade etmişler.



Aklımdan silinmeyen bir sahne de okulda sivilceli suratından dolayı Şlomo'na kötü davranılınca annesinin o sivilceli suratı yalaması. Evet biraz iğrenç ama etkileyiciydi.



Ve son sahnede Şlomo'nun gerçek annesini Etiyopya'da bulması. Harikaydı. Dolan gözlerin şırrr diye boşaldığı an.

26 Temmuz 2009 Pazar

Sıkıcı bir günden


Bugün taşınalı tam iki hafta oluyor ama hala yerleşmiş değiliz.

Sabahtan beri evin erkeği takılmamış avizeleri takmak, monte edilmemiş dolabı duvara monte etmek (sırf bu iş için (kendisi sırf bu iş için olmadığını iddia etse de) evlendiğimizde ilk aldığı nesnelerden biri olan matkabından daha büyük bir matkap aldı), tuvaletin aynasını takmak, banyoların şampuan vs. koymaya yarayan köşe zımbırtılarını takmak ve yatak odasındaki aynayı duvara asmakla meşgul. Bense sabahtan beri karnıma musallat olan ağrının geçmesini beklerken minik sıpamla, onun mızmızlıklarıyla günü geçirmeye çalışıyorum.

Her matkap sesiyle oğlum irkiliyor. Niye bu kadar korkuyor bu velet anlamadım. Elektrik süpürgesinden de korkuyor. Aslında süpürge sesini sevmesi gerekmiyor muydu bu çocuğun?

Anne karnındaki seslere benziyordu hani!

Benim karnımdaki sesler başka türlü demek ki :D

Bizim oğlan en çok "uçan da kuşlara malum olsun ben annemi özledim ..." türküsünü cırtlak sesimle söylediğimde ağlamayı kesiyor.

Karıniçi seslerim bu kadar melodik olabilir mi :)))


Hava rüzğarlı ve puslu ama evin içi çok sıcak. Sıkıntılı.


Dur bakalım işleri bitirsin hamarat kocam da belki çıkarız az dışarı. Ne olcak ki evin işleri dursun :)

Şaka bir tarafa evin bu yerleşmemiş görüntüsü içimi sıkıyor. Böyle durumlarda genelde dağınık yerlere bakmayarak psikolojimi düzgün tutmaya çalışırım. Mesela bilgisayar ekranına bakarak dağınıklığı görmezsem çok daha az sıkılırım.

Oğlan kendi kendine dursa, gündüzleri azcık uyusa daha çabuk toparlayacağım ama ne yapayım kii...


Bu dağınıklıkta bir de misafir ağırladım hafta içi. Misafir sayılmaz en yakın arkadaşlarımdan biri kuzenini de alıp iş çıkışı uğradı. Yakın arkadaşım da olsa insan neticede. "Yerleşmedim bak ona göre" dedim. Geldiğinde "bu kadarını da beklemiyordum sen hiç yerleşmemişsin" dedi :) Aslında kapının önünde duran yerinden kımıldatılamayan kitap kolileri o izlenimi uyandırıyor.


Yarın sabah da kahvaltıya gene çok yakın bir arkadaşım gelecek. Üniversiteden mesai arkadaşım. Okulla ilgili son dedikoduları alırım ondan :)) Ona da "ayıplamaca yok" dedim nasıl olsa :P

21 Temmuz 2009 Salı

Neler oldu neler, ya da hiç bişey

Nihayet taşındık.

Ama yerleştik mi, hayır.

Minik sıpayla aylarca sürebilir. Uyudu aman ses olmasın, uyandı karnı doyacak, aman bir türlü uyumadı derken günler bitiveriyor.

Taşındık ya yerleşmesi herhalde daha kolay olur.

Nakliye firmasından memnun kaldım. Mükemmel değil belki ama duyduğum o kadar kötü hikayeden sonra mükemmele yakın olduklarını söyleyebilirim.

Eşyalarımızı bir güzel sardılar. Demonte olanları yeni evimizde monte ettiler. Ancak beton delecek matkapları olmadığı için dolabımızın biri ve aynamız hala asılmayı bekliyor.

Topçuoğlu Nakliyat: http://www.topcuoglunakliyat.com.tr/



---------------------------------



Bu telaşta bir de sezaryen mevzusu konuşulur oldu.

Sezaryen olanlar, normal doğumu savunanlar.
Mecburiyet karşısında sezaryen olmuş biri "sancı çekmeye gerek yokmuş" mu demeli. Yoksa "normal doğum olamıyorsa sezaryen de çok kötü değil" şeklinde moral mi vermeli.
Ya da bütün olumsuz hikayeler sürekli dinlene dinlene korkular mı arttırılmalı?



Yaradılışımız normal doğum üzerine, ama normal doğumun gerçekleşmesine mani haller varsa elbette sezaryen harika bir kurtarma ameliyatı olarak orada duruyor.



Anne ve bebek açısından normal doğumun faydaları saymakla bitmeyecekken, bilmem kimin başına normal doğumda rahim sarkması gelmiş, yok şu arkadaşım idrar kaçırıyor diye hikayeler anne adaylarının korkularını arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. Halbuki doğumda biz acıya odaklanmıyor olsak hormonlarımız bize sadece mutluluğu hissettirmek için çalışıyorlar.

Ben doğumumdan önce normal doğuma hatta doğal, müdahalesiz doğuma çok şartlanmıştım. Eğer sezaryen olmam gerekseydi muhtemelen çok ciddi bir loğusalık depresyonu yaşardım. Bu da yanlış, gerekiyorsa sezaryen olmayı kabullenmek ve bunu çok büyütmemek lazım. (Burada doktora güvenmek çok önemli)Daha sonraki bebekleri normal doğurmaya gayret etmek lazım.



Türkiye'deki sezaryen oranının bu kadar yüksek olması insanın aklına birçok komplo teorisi de getirmiyor değil hani. Yetişecek yeni neslin çürük olması için herşeyi yapanlar var.

Katkı maddeli bebek-çocuk yiyecekleri, hormonlu, genleriyle oynanmış, kısır tohumla yetiştirilmiş sebze ve meyveler derken sezaryen populeritesinin artmasında (artırılmasında) da kötü niyet aramak mı lazım acaba...



Bebek bekleyenlere ya da planlayanlara; korkulacak hiç birşey yok. Binlerce yıldır insan nesli (hatta hayvan nesli) normal doğumla çoğalıyor ve kimseye birşey olduğu da yok.

Bebeğin anneden çıkışını, o ilk karşılaşmayı hayal etmek bile doğal doğum için insanı motive ediyor.

İnsan kötü birşey yaşayacaksa yaşar, rahmim sarkmasın diye sezaryen olursan başka bir hastalık da gelip insanı bulabilir. Bundan korunmanın tek yolu bize düşeni yapmak ve gerisini Allaha bırakmak. Dua etmek...



Allah hepimizin evlatlarını korusun.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Çin Zulmü

Doğu Türkistan'da yaşananlar ne acı...


Telefon ve internet kapalı, kimseye ulaşılamıyor. Türkiye'de yaşayan bir Uygur arkadaşım ailesinden haber alamıyor. Hoş ne fark eder "bütün şehitler benim yakınım, kardeşim" diyor.


Katliyam yıllardır sessiz sedasızdı, böyle değildi. Dünya görmüyordu. (Şimdi de Çin'in haber kaynaklarından haber alınıyor sadece)

Camiler açıktı ancak namazdan önce imam uyarıyordu: "öğrenci olan varsa çıksın".
Bunları da Doğu Türkistanlı arkadaşlarımdan duymuştum. 1. ağız yani...

Türkiye sanki çok mu farklı. Ama alenen birilerinin boyunduruğu altında olmak çok başka.. Allah'ım korusun milletimizi ve devletimizi.

O kardeşlerimizi de koru Allah'ımm!



Yıllardır Uygur'da müslüman nüfusun artmaması için zalimce bir politika yürütülüyor. Kadınlar toplu olarak kürtaja zorlanıyorlar. Çin'li nüfusu 1940larda %6 iken şimdi %50yi aşmış durumda.

Bunda yaşanan göçlerin de payı var.
Hapishanelerde Uygurlular'a yıllardır zulm ediliyor.

Çin nükleer denemelerini bu bölgede yapıyor. Doğan sakat bebeklerin ve kanserden ölenlerin sayısı çok fazla.



Muhtemeldir ki Amerika Çin'in yükselen yıldızını söndürmek istemiştir ve muhtemeldir ki halihazırda zulm gören bir millet olan Uygur'luları kışkırtmıştır.
Bizde de doğuda benzeri olmadı mı!
(Bağımsız Doğu Türkistan isteyenler zulme baş kaldıranlar 'Uygur' demiyorlar Doğu Türkistan diyorlar. Zira Uygur ismini onlara Çin vermiş. Benimkisi kulak alışkanlığı.)

Doğu Türkistan'ın zengin yeraltı kaynaklarını sadece Çin'e yar etmek de istemiyorlar.

Çin de asıl sahiplerine yar etmiyor.



Üff! haberlerde izlediklerimiz çok acı..

Urumçi bölgesindeki şehitlerin sayısı 4000'e yaklaşmış. Şehitler buldozerlerle topluca gömülüyormuş. Artık Çin morglarında bile yer kalmamış.
Ve binlerce kardeşimizi daha topluca idam edeceklermiş.


Allah'ım yardım et kardeşlerimize, her kim zulm görüyorsa...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yorucu Günler

Evin tadilatı tam gaz devam ediyor. Mutfak fayansları en çok üzen oldu bizi. Beğenmemiz, daha doğrusu benim beğenmem zaten uzun sürmüştü. Beğendiğimiz mağaza pazartesi elinizde olur dedi. Pazartesi geldi gelmesine ancak yanlış fayans göndermişler. Geri gönderdik. Ancak pazartesi fayansçıyı ayarlamıştık. Salı mutlaka elinizde olur dediler. Biz de fayansçıya salı mutlaka yapalım dedik. Zira fayanslar tamamlandıktan sonra tezgah takılacak. Ancak salı elimize geçmedi bu sabah teslim aldık. Fayansçıyla bugün için tekrar konuşmak zorunda kaldık. Az evvel gittim ve tamamlanmış halini gördüm fayansların. Sonuç mu? Eh işte fena değil. Sanki biraz koyu olmuş. Ben daha ışıl ışıl birşey hayal ediyordum. Yarın tezgah ve dolapların kapakları takılacak. Sanırım o zaman daha bir güzelleşecek mutfak. Aman ya takamıycam artık. Olduğu kadar ne yapayım. Bence kapaklar takılınca perdesi de gelince ışıl ışıl olur :)) Bu da fukara tesellisi olsun. Ama banyo dolapları çok güzel olmuş. Marangoz hakikaten yetenekli, verdiğimiz resimlerdekileri hemen hemen aynen yapmış. Bir tanesi bu, mutfak banyo fuarında beğenmiştik. Ahşapsandan.





Cuma gününe temizlikçi ayarladım. Pazar gününe de nakliye firması bulduk. Pazar gecesi yeni evimizde uyuyacağız inşallah.



Bu arada oğlumun öksürüğü geçti ancak bu sefer de burnu akıyor. Minik burnundan sümükcükler akmıyor mu içim gidiyor. Ama keyfi yerinde hapşurup "ıııı" diyor :)



Ah canım nasıl böyle uluslar arası seyahat etmek istiyor. Mesela haziran ayında beyaz geceleri yaşamak için St Petersburg gitmiş olmayı. Ya da mayısta bir İtalya gezisi ayarlamış olmayı.

Hazır oğlumun beslenme derdi yokken. Sadece anne sütü alıyorken.

Ama ne yazık ki krizdeyiz. Bir de şu domuz gribi var :)

Beyaz gecelere belki bay bayan başbaşa gitmek daha güzel olur. Ömercik şöyle 2 yaşına geldiğinde annanesine bbırakıp başbaşa gitmek mesela :))

amaaannn! Sıcak, çok sıcak İstanbul'u bırakıp Çeşme'nin serin sularına atlıyor olmayı da çok isterdim hani.

Şehir içi, şehir dışı ya da yurtdışı fark etmez gezmeyi seviyorum. Uzun süre evde kaldığımda garip hissediyorum. Kurtluyum kanaatimce :) Aman Allah sağlık versin de gezelim. Ev işlerini sevmiyorum ben gezmek istiyorum... Tv'de Gezelim Görelim tarzı programları yapanları hep kıskanırım 'ne güzel işleri var, hem geziyorlar hem de para kazanıyorlar' diye. Barış Manço'yu mesela, Ayna'daki o adamı mesela, Acun'u hatta :))

Bir de şu yıkanabilir bez meselesi var. Bugün Ömür Plaza'daki Joker'e gittim. Mayo vardı bebek bezi yoktu. Yıkanabilir bezler daha diğer hazır bezlere göre özellikle erkek bebekler için daha sağlıklı. Ancak kafama takılan ev dışında değiştirmek gerektiğinde ne yapacağız. Yani o durum da kullanışlı olur mu? Bu yüzden gidip bir mağazadan almak ve aldığım yere bunu sormak, elime alıp incelemek istiyorum. İnternetten de satışı var aslında.

3 Temmuz 2009 Cuma

Gündüz Uykusu / Nakliyeciler



Şimdi uyuyor ama heran uyanabilir.

En fazla 1 saat uyuyor.

Her zaman emerken uykuya dalıyordu. Bu sefer Tracy'nin yatır kaldır metodunu denedim. Sonunda kendisi uyuyabildi. Belki bu şekilde daha uzun uyuyabilir. Az evvel sesi geldi, uyandı mızmızlandı ama tekrar dalmış. Uykusu çok hafif, üzeri açılmış azcık örteyim dedim. Hemen irkildi.

Geceleri mutlaka birkez uyanıyor.


Dün gece 10'da emzirdim. Ve uyudu. Tamamen dalana kadar mızıldadığı ve kucağımıza almamız gerektiği oluyor. Ancak 2:43 gibi uyandı. Gaz-kaka yaptı. Acıkmış gibi sesler de çıkardığı için doyurmam gerekti.

Şimdi benim merak ettiğim bu çocuk acıktığı için uyanıp gaz mı çıkarıyor yoksa gaz çıkarırken uyanıp acıkmış mı oluyor. Yani gaz uyandırmasa daha uyur muydu acaba!??!

Genelde 4 civarı uyanıyordu.


3'te emzirdikten sonra altını değiştirdim. Dolayısıyla sıpanın uykusu açıldı. Sonra tekrar yatır-kaldır metoduyla uyuttum. Biraz uzun sürdü ama 8'e kadar da uyudu.

İşte böyle, kaka-gaz-uyku üçgenindeyim.

Kalbim bu heyecana nasıl dayanacak bilmiyorum :))

---------------*******---------------*******


Bir de şu taşınma derdi var. Nasıl olacak da halledeceğiz bilmiyorum. Nakliyecilere hiç güvenilmiyormuş. Eşyaları kaybolan mı dersiniz, mobilyaları demonte edip tekrar monte edemeyenler mi dersiniz, beyaz eşyaları bozulan mı dersiniz, yesyeni mobilyaları çizilen mi dersiniz, anlaşılan ücretten fazlasını isteyen mi dersiniz...


Bizse henüz bir nakliye firması bulmuş değiliz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...