30 Temmuz 2010 Cuma

İtalya Notları: 10.Verona

Gezi yazısı yazmak sanki biraz baydı :) Okuyan varsa eminim onlara da gına gelmiştir.
Aslında yazmak sıkıcı değil de her şehri ayrı ayrı yazmak zor gelmeye başladı.
İtalya gezimiz de uzun olunca mecburen bir şekilde bölmem gerekti.

İki ay önce yaptığımız bu geziyi şimdi yazarken tekrar yaşıyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Amma ve lakin biran evvel bitirmeyi de çok istiyorum ne yalan söyliyeyim. Biraz da başka şeyler yazmak istiyorum.

Düşününce gezmek benim bu dünyada en sevdiğim şey. Başka ne yazabilirim ki.
Bu yazımda Verona gezimizden bahsedeceğim sonra da Venedikle finali yapıyoruz inşallah :))
Ramazandan sonra da bir İspanya gezisi ayarlayabilirsem onu da yazarım artık aylarca :)









2,5 saat kadar süren uzunca bir seyahatin ardından Verona varıyoruz. Burada Roma'daki Collesium gibi bir yapı bizi karşılıyor. Arena di Verona MÖ 30'da yapılmış. Hala konserler için aktif olarak kullanılıyormuş.

Meydan da bir şenlik havası var.



Birçok değişik lezzeti satan tezgahlar burada.

Hemen gezmeye koyuluyoruz. Duty Free'den birşeyler almaktansa burdan buraya özgü birşerler alayım değişik birşeyler tadsın iş arkadaşlarım diye düşünüp birşeyler alıp.

Adige nehirine kadar geze geze gidiyoruz. Burada Arco di Gavi yer alıyor. Napolyon Bonapart bu zafer takını yıkmış fakat daha sonra aslına uygun olarak tekrar yapılmış. Nehiri izlerken Romalılardan kalma Ponte di Pietro adındaki köprüyü görüyoruz.








Verona aslında Romeo ve Juliet'in yaşadığı şehir olmasıyla ünlü. Fakat biz kendimiz Romeo ve Juliet'iz deyip (!) hiiiç onların muhitine uğrama gereği duymuyoruz. İlginciz evet :P

Bir pizzacıda pizzalarımızı yerken bizim tıfılcanın pizzanın yanında verilen galetaya bayıldığını anlayan garson masadaki galetalar yetmezmiş gibi içerden de galeta getirip bize veriyor daha sonra da yediririz diye. Sonra bu garson kızla sahbete koyuluyoruz. Bu esnada eşim de lavaboda, bunu fırsat bilip başlıyoruz iki kadın dedikoduya :)

Bu kızcağız aslen Macarmış. Macaristanda iş bulamadığı için gelmiş buraya. Pek sevmiyormuş ama para kazandığı için mutluymuş. Ben de hemen diyorum işte 'Macarlar da aslında Türk. Hun türkleri.' Sanki akraba çıkıcaz :) Ne alakaysa!!! Sonra kız anlatıyor ingilizcem kötü ama ben arapça öğreniyorum. Zor değil mi diyorum. Sevdiğim için zor gelmiyor diyor. Kız arkadaşı varmış arap ondan da öğreniyormuş. Benim de aslında öğrenmem lazım, kutsal kitabımız Kuran'ın dili arapça diyorum. Ama kız daha önce hiç duymamış. Belki arap arkadaşı müslüman bile olmayabilir. Ben de fırsattan istifade tebliğ yapayım dedim ama sanırım başarılı olamadım :)

Neyse, galetalarımızı da toplayıp oradan ayrılıyoruz. Daha sonra Venedik'e gitmek üzere aracımıza biniyoruz.


Gezilebilecek bir sürü kilise, meydan ve tarihi yapıların hiç birine uğrayamadan ayrılmak zorundayız. Ama 8 günde koskoca İtalya ancak böyle gezilebilir. Bir sonraki sefer olursa sevdiğimiz yerleri çok detaylı gezmek gerek ama şimdi yapılabilcek birşey yok.



Şirin, sempatik, tarihi ve sanırım romantik İtalyan şehri Verona; arrivederci..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

İtalya Notları: 9. Milano


Gezimizin Como'ya kadar olan kısmında yollar hep çift şeritti. İki gidiş iki geliş şeklinde. Como'dan sonra ise üç gidiş üç geliş oldu. Kuzey İtalya'nın güneye göre daha zengin olduğunun bu da mı bir alametiydi acaba..

Como - Milano arası 45 dakika kadar süren bir yol. 11,5-12 gibi Milano'daydık.

Milano'ya bayıldım. Günlerden cuma.. Haftanın son iş günü. Şık bayanlar sokaklarda. Harika.. şehir tarihi, tarihi olduğu kadar da yaşayan bir şehir. Aktif.. İşte birkaç ay kalabileceğim bir şehir daha :)))

Abartıyorum galiba, her gittiğim yerde 'ay burda 2 ay kalsak' diye düşünüyorum da. İstanbul'da ne kadar kalmayı düşünüyorum acaba.
Amaan hiç bir yer İstanbul'un yerini tutmaz ki! Tutmaz ama, yabancı bir şehri anlamak için orayı yaşamak için bir ay iyi bir süre. Fırsat olsa, zaman olsa..
Mümkün değil.
Buna da şükür..




Tarihi binaların banka olarak kullanıldığı bir sokağa aracımızı park edip otopark makinesinden otopark fişimizi alıp aracımızın içine bıraktık. Biz de yanlış olmaz. Park görevlisi olmasa da park parasını veririz. Elin tüyü bitmedik İtalyan yetiminin hakkını yemeğe gerek yok :)




Tarihi tramvayın geçmesini bekleyip Piazza Del Duomo'ya (Duomo meydanına) doğru ilerledik. Gene yollarda turistlerin ilgisini çekmek için ilginç kıyafetler giymiş kendisiyle fotograf çektirenler sayesinde para kazanan sokak göstericileri vardı.

Meydanda adamın biri yanıma geldi, elime buğday taneleri verdi. Ben önce anlamadım ne yaptığını. Sonradan düştü jeton. Bu da böyle para kazanıyor.. Adam öyle çevikti ki, ben daha anlamadan kuşları avcuma topladı. Onlarca kuş doldu tepeme, ellerime de konanlar on tane kadar vardı. Ben çığlık çığlığa kuşları besledim ama öyle hızlı oldu ki neye uğradığımı şaşırdım. Elimdeki yemler bitince uyanık adam 5€ istemez mi! Neyseki 2€ ile kurtulduk:))



Bu sırada benim minik ördeğim arabasında uyuyordu. Gezi boyunca arabasında uykusunu tam alamasa da bir miktar şarj oldu çocuk.

Kuş besleme sahnesini görmesini isterdim.


O hazır uyuyorken ben Duomo'yu gezdim. İçi ibadet edenlerle ve gezenlerle oldukça doluydu. Benim daha önce gördüğüm bütün kiliselerde günah çıkarma bölümlerinde papazın oturduğu bölme kapalı günahkarın ki de ya perdeli ya da gene kapalı olurdu. Burada ikisinin ki de açıktı. Kapalı kabinler de vardı sanırım. Belki de o papaz günah çıkarmıyordu. Ama ben öyle anladım, öyle hissettim. Günah çıkarmak, ne garip birşey. Ama inanç işte sorgulanmaz ki..
Duomo'nun dışı çok daha güzel.

Duomo'nun şahane kapısı.


Duomo'nun tam karşısında tarihi alış veriş merkezi Galleria Vittorio Emanuele yer almakta. Şık mağazalar tarihi yapıya çok yakışmış. Gezmeye değer.




Çok daha uzun kalabilseydik keşke diyerek ayrıldık Milano'dan. Daha yolumuz üzerindeki Verona'ya da uğramamız gerekiyor.

27 Temmuz 2010 Salı

İtalya Notları: 8. Como

Alış veriş manyağı olmadan akşam üzeri 5-5,5 gibi outlet kasabasından ayrılıp vuruyoruz kendimizi yollara...





Göl kenarındaki minik bir şehir olan Como'ya doğru ilerliyoruz. Como yollarında acayip trafik olması bizi şaşırtıyor, sanıyoruz ki iş çıkışı boğaz köprüsüne doğru gibiyoruz.


Daha sonra anlıyoruz ki bu trafik Cenova istikametine doğru ve Cenova sapağından sonra yol açılıyor. Bol araçlı ama akıcı bir trafikte seyrediyoruz.


Saat 7,5 gibi Como'ya varıyoruz. Hemen otel bulmaya koyuluyoruz. Hemen yerleşelim ki stres olmayalım.



Yollardaki otel tabelalarından 4 yıldızlı bir otel seçip takibe koyuluyoruz. (Floransa tecrübemizden sonra 3 yıldızlı otellere güvenimiz kalmadı. Uçak biletlerini çok çok ucuza getirmemiz sebebiyle oteller konusunda daha rahat davranabiliyoruz.)




Tıfılcanım arabada uykuya daldığı için ben arabada bekliyorum kocacım Il Grand Hotel di Como 'ya giriyor ve dönüşü muhteşem oluyor :) Çok beğenmiş 'hadi yerleşelim' diyor. Ben tabi ki 'biraz daha gezseydik' diyorum ama dinleyen kim!




İyi ki de dinlememiş. Otel hakkaten şahaneydi. Odası harikaydı. 5 yıldızlı otellerden bile güzeldi. Çok merkezi değildi ama zaten merkezde olmasına da gerek yoktu.




Hemen eşyalarımızı otele bırakıp merkeze gidiyoruz. Göl kenarında balık neyim yeriz ümidiyle bir restorana oturuyoruz. Hava da çok güzel, göl kenarındaki bir masaya kuruluyoruz. Bizim minik, mızmız seslerini duyuraya başlıyor. Neyse ki biraz balık yiyor.


Bu da menüde bademli yazan ama fındıklı gelen balığımız. Almond ne demek Allah aşkına!!!




Karnımızı doyurmanın akabinden şehir merkezini turluyoruz. Şahane bir dondurmacının kalabalık girişinden zarzor girip dondurmalarımızı alıyoruz. Benim en sevdiğim çikolatalı.



Tatlı delisi bünyem İtalya öncesi pek dondurma aramazdı. Yılda belki en fazla 5-6 kere yerdim, o da magnum filan. Fakat sanırım İtalya'da hemen hergün yememizden dolayı İtalya dönüşü de hemen hergün dondurma yer oldum. Üstelik iş arkadaşlarımı da ayartıyorum :) Her gün Güllüoğlundan dondurma sipariş ediyoruz. Çok da güzel yapıyor Güllüoğlu bu işi. Favorim: kavunlu ve çikolatalı. Fıstıklının da hakkını yemiyim :)))




Merkezde klasik bir duomo, tarihi bir meydan..




Como'yu çok beğendik. Bir müddet burda yaşamak isterdim diye düşünürken eşimin bir iş arkadaşının iş sebebiyle 2 yıl kadar Como'da kaldığını öğreniyorum ve içimde bir ümit filizleniyor. Acaba bizimkini de gönderirler mi bu güzel yere diye.




Daha fazla oyalanmadan otelimize dönüyoruz ki ertesi güne enerji toplamış olarak başlayalım.


Gece 11 gibi otelde buluyoruz kendimizi.


Ertesi gün güzel otelimizde bizim kahvaltılarımızın eline su dökemeyecek İtalyan stili cimri kahvaltımızı alıp minik sincabımızı otelin bahçesine çıkarıyoruz. Bu bahçedeki çimenler üzerinde bir ilk yaşanıyor. Ömerciğimiz benden babasına babasından bana hızlı adımlar atmaya başlıyor. Baya baya yürüyor bizim bir kaç gün sonra 15 aylık olacak olan pamuk helvamız. Bu oteli tabi ki çok seveceğiz :)


Bu idmandan sonra yollara koyuluyoruz. Como'dan çıkmdan bir tane Carrefour görüyoruz. Miniğim uykuya daldığı için babasıyla beni arabada bekliyorlar. Ben gidip yoğurt, muz ve su alıyorum.




İtalya'da suyu marketlerden almak en güzeli. Dışardaki büfelerde çok pahalı zira. Romada küçük suya 2€ verince hep marketlerden alır olduk. Gidecek olanların aklında olsun. Roma'da çeşmelerden de dolduruyorsunuz suyunuzu ama önce bir şişeniz olmalı, dimi ama!


Marketten çıkınca GPS'imize ''Milano'' yazıyoruz. Ve düşüyoruz yollara..

23 Temmuz 2010 Cuma

İtalya Notları: 7. Outlet Kasabası




Serravalle Designer Outlet by McArthurGlen Cenova'dan Milano'ya giderken yol üstünde olunca uğramadan geçemedik.
Daha doğrusu ben uğramak istedim sevgili kocacım da sabretti. Ben gezerken tıfılcanla ilgilendi. Ona muz yedirdi.
Çok oyalanmadan çoğu mağazayı gezmek istediğim için pek fotoğraf çekemedim.
Girişte kasabanın krokisi var. Bu şekilde gezmek istediğim mağazaları daha rahat bulabildim. Fakat gene de 2 saatten fazla kaldık burada. Gezme arasında bir de yemek molası verdik.
Ne aldım: Diesel'den çok hoşuma gitti, fiyatı da makuldü kot bir elbise aldım.
Ömerciğe bir eşofman takımı, bir şort tişört takım (nike) aldım.
Ne almadım: Floransa'da oğluşumun montunu kaybettiğimiz için mevsimlik bir mont ihtiyacımız vardı. Burberry'de harika bebek montları vardı. Ama indirimli halleri bile bana çok pahalı geldiği için, en fazla 1-2 yıl giyilecek birşeye o kadar para verilmez deyip almadım. Ama çok çok beğendim.
Kocacımla babacıma bir gömlek alayım dedim ama beğendiremedim. (markayı hatırlamıyorum)
Kendim için "şahaneymiş ama çok pahalı" dediğim birşey olmadı. Ama herşey indirimli de olsa çok çok pahalıydı. Demek ki bu markaları giyenler için ciddi manada ucuzlamış olmaları bir avantaj. E öyle tabi, bir bluza 1500 € yerine 500€ veriyorsa, bir kabana 8000€ yerine 3000€ veriyorsa çok büyük kar elde etmiş oluyor.
Ama bizim gibiler için yeterli değil. Bluzu 50€'ya kabanı 100€'ya indirselerdi "pahalıymış ama güzel" deyip belki alırdım :))

22 Temmuz 2010 Perşembe

İtalya Notları: 6. Cenova



Yeşilliklerin içinden, dağları delip geçen onlarca tüneli geçerken bir de baktık ki Portofino sapağını geçmişiz. Çok geç kalmayı göze alamadık ve dönmemeye karar verdik. (Çok görmek istiyordum ama kader, kısmet, alın yazısı, takdiri ilahi,.. olmadı bu sefer)

Tünellerden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Zira hayatımda gördüğüm tünelleri toplasan Pisa - Cenova arasındakiler kadar değildir. Hoş daha kaç yaşındayım ki ne görcem :)))

Tünellerin çokluğu sebebiyle de onca dağı dolanmak zorunda kalmadan kısa sürdü bütün yolculuklarımız.

İtalya'da parasız yol yok. Adamların tünel açacak paraya ihtiyaçları var ne de olsa..


Öğleden sonra 2,5 gibi Cenova sınırlarına girdik.


Diğer İtalya şehirlerinden çok farklı bir şehir Cenova.





Daha girişten bir İstanbul havası var. Daha girişi bir keşme keş :)


Yukarlardan sahile doğru iniliyor Genova'ya girerken. Alt geçitler, saçma sapan biçimsiz üst geçitler..Gene de doğal güzel bir manzara.



Tıpkı İstanbul gibi çarpık yapılaşma var, diğer şehirlerden daha büyük, bununla beraber zengin bir şehir. Tarihi bir liman kenti tabi ki zengin olacak.



Bu sefer önce biraz gezelim sonra otel arayalım dedik. Porto Antico (antik liman) civarına aracımızı park ettik. Bütün sahili gezmeye koyulduk.


Biosphera denizin içine inşa edilmiş içinde çeşitli bitkilerin yetiştirildiği bir şirin bir yapı.


Ayrıca limanda Cristof Columbus'un gemisinin çakmasını yapmışlar. Tam filmlerdeki korsan gemilerinden biri Cenova limanına yanaşmış:)


Bu limanda limanın en ucunda bir otel yer alıyordu. Merak ettik fiyat alalım dedik 4 yıldızlı bir oteldi ama gecesi 190€ idi, teşekkürler biz almayalım dedik çıktık :))) Eee denize sıfır hatta -1, olsun o kadar.



Bu otelin önünde türk bir amcayla karşılaştık, tanıştık. Gurbetçi amca Avusturya'da yaşıyormuş, emekli olmuş ve dünyayı geziyormuş.

Geçen sene 175€' ya uçak dahil, Avusturya'dan gelip Antalya'daki bir otelde bir hafta tatil yaptıklarını söyleyince nevrim döndü. (Tabi ki herşey dahil denilen saçma sistem)

Biz ancak uçak biletini alırız o paraya, yurdum bize pahalı yabancıya ucuz. Bu amca yabancı değil gerçi ama katıldığı tur yabancılara yönelik. Hey gidi hey "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya, yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya" :))




Sahilde turist info vardı burdan bir harita aldık. Sonra baktık ki karnımız acıktı. Kafeleri gezmeye başladık. Yemek yiyebilecek bir yer bulamadık. Sahilde seyyar bir büfeden focaccia dedikleri gene bir nevi pizza ama hamuru daha kalın çok daha yağlı ama çok leziz bir hamur işi aldık. Bizim afacan focaccia'yı çok sevdi. Bir tane daha aldık. Adamcık yumşacık, dişine göre bir şey bulmuş kaçar mı :)



Karnımızı da doyurduktan sonra arabayı park ettiğimiz yere gittik ki bir de ne görelim tap taze, sıcacık bir trafik cezası takılmış arabanın camına. Meğer engellilerin park yerine park etmişiz. 35€ ellerimizden öper :)



Artık otel bulmanın vakti gelmiştir dedik. Haritadaki otelleri gezmeye aşladık. Şehir merkezine de gittik, sahil kısmını da gezdik. Ama boş yer bulmak mesele, zira o gün gemi mi gelmiş ne otellerde ciddi bir yoğunluk vardı.


Otel ararken Cenova'nın gezilmedik yerini bırakmadık. Arabayla her yerini gezmiş olduk.


Cenova tam bir motosiklet cenneti. İtalya genel olarak motosikletin çok kullanıldığı bir ülke ama Cenova'lılar aşmışlar. Hiç bu kadarı görmemiştim.


Akşam iş çıkışı ya da sabah işe giden omuzlarında çantaları, ayaklarında topuklu ayakkabılarıyla kadınlar motosiklet kullanıyorlar. Çok hoş ve ilginç bir görüntü. Ben motosiklet kullanacak olsam sırt çantası taşırım ama onlar için gayet tabi bir şey olduğu için sorun görmüyorlar.



Nerve diye bir semtten geçtik. Bizim Çamlıca ya da Etiler gibi bir semt burası. Harika bahçelerin içinde ağaçlardan görünmeyen evler. Buradaki butik otellere de soralım dedik baya baya hava da kararmıştı artık.


Fiyatları söylüyorum hazır mısınız: 4 yıldızlı olan 250€, 3 yıldızlı olan 230€ dedi. Bebek yatakları da yokmuş. Bebek yatakları olsaydı kalacaktık :P


Ama semt gerçekten harikaydı...



Sahil tarafında şık bir oteledeki görevli kendilerinde yer kalmadığını söyleyip bizi Iris Hotel e yönlendirdi.



Aralardan gittiğimiz için eğer o görevli söylemese gitmeyeceğimiz bir yer olurdu herhalde. Ama sağ olsun gece 22 de odamıza yerleşebildik böylece. O kadar fiyat konuştuktan sonra kendi kaldığımız otelin fiyatını söylememek olmaz. Pazarlık da yapıp 90€'a anlaştık. Hilton'a da gitsem pazarlığımı yaparım arkadaş! Onlar yapmıyor o ayrı :))


Otel 3 yıldızlı fakat vasat bir otel. Ama diğer fiyatlardan sonra çok çok iyi geldi doğrusu :))


Bu arada İtalya'da oteller yollarda tabelalarla gösterilmiş. Yatak işareti, otel ismi ve yıldızları var tabelalarda. Büyük kolaylık.



Çok yorulmuştuk. Bundan sonraki otellerimizi gitmeden ayarlayalım diye düşündük ama çok geç olduğu için internete girmeye vakit kalmadı.



O hengamede unutmadığımız birşey: 3 yıl önce biz o gün evlenmiştik.



Yollarda Bülent Ersoy'un Cenova versiyonunu gördük.

Ertesi gün otelde kahvaltımızı Ömerciğin bağrış çağrışları arasında yapıp saat 11 gibi yollara düştük.



İstikamet Outlet Kasabası :)))

21 Temmuz 2010 Çarşamba

İtalya Notları: 5. Pisa





Akşam alaca karanlıkta Pisa'ya vardık.


Bu gece burada konaklayacağımız için hava tam kararmadan kalacağımız yeri bulmalıydık. Daha önce internetten rezervasyon yaptırmadığımız için de ufak da olsa bir tedirginlik vardı, uygun bir yer bulup bulamayacağımıza dair.


Nerden başlamalı, önce hangi taraftaki otellere bakmalıyız hiç bir fikrimiz olmadan şehrin göbeğinde Mucizeler Meydanında aldık soluğu. Güneş batmak üzere, kalacak yerimizi ayarlamalıyız fakat görüntü de muhteşem inip gezmekle otel aramak arsında bir gel git yaşadık ve duygularımızı bir kenara koyup mantığımızla hareket etmeye karar verdik.


Meydanın tam karşısındaki antik sokağa daldık. Burası Via Santa Maria idi. İlk karşımıza çıkan Grand Hotel Duomo ya hemen yerleşelim istedi eşim. Bense daha cazip fiyatlı bir yer bulabilir miyiz diye bakalım dedim. Ama çok da ısrar etmedim. Zira hava kararmaya başlamıştı. Hem burası meydana çok yakındı -yürüyerek 1 dakika- Gece de çıkar gezeriz diye düşündük.







Bu otel için genel düşüncem: "güzel"


4 yıldızlı bir otel. Temiz, konforu da yeterli. Çok çok merkezi. Turistik. Oğluma verdikleri bebek yatağı çok hoştu. Baya bildiğimiz ahşap beşiklerden :)


Pisa'ya gitsem gene bu otelde kalırım diye düşünüyorum. (Gidecekler için önemli bir parametre gidenin tekrar gidebileceğini söylemesi bence)


Otele yerleştik ve eğik kulenin olduğu meydanı gezmeye gittik. Gece ışıklarıyla çok hoş görünüyordu. Katedral, vaftizhane ve eğik çan kulesi 'Torre Pendente'. Kuleyi düzeltirken(!) fotoğrafımı gece karanlığında çektirdim ki kimseler görmesin. Ertesi gün çok kalabalık olacağını tahmin etmişim gibi. Çok da oyalanmadan odamıza döndük, zira aynı günde 3 şehri gezmenin yorgunluğu kolay kolay çıkmazdı.


Sabah uyandığımızda günlerden çarşamba olmuştu. Yani gezimizin 5. gününe başlamış bulunuyorduk. Ne de çabuk geçiyor diye düşündüm.





Sabah 10:30 sularında otelde kahvaltımızı yapıp arabamızı otelin otoparkından almadan Pisa kulesi ve civarını gezmeye çıktık. Gündüz gözüyle gezmeliyidik artık. Campo dei Miracoli de üç muhteşem eser yanyana bulunuyor. 1173-1372 yılları arasında aşamalı olarak inşa edilmiş olan çan kulesi yani Pisa Kulesi (Torre Pendente), Duomo di Pisa, Baptisterio yani vaftizhane. Hepsi bembeyaz mermerlerden yapılmış. Bu halleriyle İtalya'daki diğer eserlerden çok farklılar. Çok daha ferah ve iç açıcı duruyorlar.


Meydanın tam karşısında bizim otele giden sokağın sağ tarafında boylu boyunca hediyelik eşya satıcıları yer almakta. O sabah gene hava bulutulu olduğu için yağmur yağar düşüncesiyle eşim kocaman, koskocaman, neredeyse plaj şemsiyesi kadar büyük bir şemsiye aldı. Katlanmıyor da, koca bir baston. Zaten yanımızda ufak bir şemsiyemiz var, Romadan aldığımız yağmurluklarımız da var 'alma nasıl taşıycaz' dedim. Ama bir kere kafaya koydular mı döndürmek mümkün olmuyor bu erkek milletini. Şemsiye meselesini onur meselesi yapmamla uzunca bir tartışma aldı yürüdü ama ne fayda almıştı zaten. Tatilin sonunda Venedikte hava çok çok sıcakken "yağmurda bir türlü yağmadı" demez mi :))))

Bu ıvır zıvırcılar surların dışına da taşmış. Ne arasanız bulabilirsiniz. Ve gördüğüm kadarıyla İtalya'da hediyelik alınabilecek en uygun yer burası.


Bütün ıvır zıvırcıları tek tek dolaşmanın akabinde öğlene doğru otele döndük ve çıkış işlemlerimizi tamamlayıp Pisa sokaklarında biraz daha dolaşmaya başladık. Pisa çok güzel bir şehir. Gezerken "burda yaşanır" diye düşündüm. Üniversite binalarının arasında dolaştık. Üniversite gençliği heryerde aynı. Merdivenlere oturup çizim yapanlar, hararetler tartışanlar, kulaklıklar kulaklarda...




Pisa sokaklarını teneffüs ettikten sonra Portofino'ya doğru yola koyulduk.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

İtalya Notları: 4. Lucca


Floransa gezimizi tamamlayıp muhteşem Toskana yollarına koyulduk. Gerçekten yol boyunca manzara muhteşemdi. Yemyeşil ve ıslak bir bitki örtüsü. Bizim marmara bölgesine benzettim, hani Bursa civarına.


GPS Lucca'ya yaklaştığımızı söylüyordu ama biz sürekli bir dağa tırmanıyorduk. "Burada bir şehir olamaz, tarihi bir yere gittiğimizden emin miyiz, yoksa bizim GPS bizi bir kaplıcaya, bir mesire yerine mi götürüyor. Yok artık daha bitmedi bu tırmanma, nereye gidiyoruz biz yahuuu" derken bir düzlüğe çıktık.
Sonra eski şehri çevreleyen surlar göründü. Hemencecik daldık surlardan içeriye. Aman Allahım sahiden burda bir şehir hem de dümdüz bir şehir duruyordu.


Lucca'ya bayıldım.

Şirin ve diğer şehirlerden daha az turistin uğradığı bir yer.

Ayrıca da şaşırtıcı -en azından benim için-.

Akşam üzeri 17 sularında Lucca'ya varmıştık. Arabamızı S. Maria Forisportam kilisesinin önündeki park alanına park edip şehri gezmeye başladık. Önce Piazza S.Martino tarafından Duomo'ya ya da Saint Michel in Foro kilisesine vardık. -Acaba başka bir duomosu mu vardı bu şehrin.- En turistik yer burasıydı.



Bizde nasıl herşehirde bir 'ulucami' varsa İtalya'daki herşehirde de bir Duomo yani bir katedral var.


Duomo ziyaretimizden sonra surların sonuna kadar yürüdük ve çok hoş geniş bir parka ulaştık. 'Vaktimiz olsaydı da şurda da biraz dolansaydık' diye bir iç çekip geri arabamızın olduğu meydana geldik. Daha sonra şehrin diğer arafını da gezelim diye düşünüp arabayı almadan Piazza Anfi Theatro'ya kadar yürüdük. Bütün İtalya gezimiz boyunca para verip aldığımız tek harita Lucca haritası oldu. Diğer tüm şehirlerde otellerden verdiler. Genova'da da turist info merkezinden verdiler. Buna da yeri gelmişken değineyim dedim.







Burası şahane bir meydan. Gerçekten anfi tiatro şeklinde ferah bir meydan. Gene klasik olduğu üzere şirin kafeler, pizzacılar sarmış meydanı. Bizim zavallı midelerimizin pizza-makarna vakti de gelmişti.





Burda oğluşum parmağıyla kuşları göstere göstere biraz da olsa pizza yedi. Güvercinler insanlara oldukça alışmışlardı. Bu da minik ördeğimin çok hoşuna gitti.



Bu şehiri çok sevsek de daha gezilecek çok yerimiz var düşüncesiyle yola koyulmanın vakti gelmişti. Yaklaşık iki saat burada kalmış olduk. Bisikletle gezmek kesinlikle daha eğlenceli olurdu ama minik bebeğimi daha önce bisiklette taşımamış olmamız burada da deneme isteği vermedi.



19:30 gibi şirin İtalyan şehrini arkamızda bıraktık.


Güneş batmadan Pisa'ya varmalıydık.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

İtalya Notları: 3. Floransa


Akşam üzeri Floransa'ya vardık. İtalya çoğunlukla küçük araçların kullanıldığı bir memleket. Arada jeepler de yok değil ama genelde küçük araçlar var caddelerde. Hatta çok minikleri de var çokça. İşte resimdeki de Floransa'dan bir örnek. Üç tekerlekli, ne sevimli. Roma'da biri smart'ı minicik bir alana diklemesine park etmişti. Ne pratik.


İnternetten rezervasyon yaptırdımız Hotel Argentina Curtatone'ye yerleştik.

Yerleştik ama otelin web sitesindeki resimlerle çok alakası olmadığını, 3 yıldız ancak birini hak ettiğini görüp sükutu hayale uğradık. Çok berbat değildi ama 3 yıldızlı da değildi.



Yerleşip şehri keşfe çıktık.





Otelimizden çok az ilerdeki Arno nehri kıyısından yürüdük. Nehir şehri ikiye bölüyor. Bir yerinde bizim manavgat gibi çağlayan bir şelale var. Baya ürpertici bir görüntü.




Ponte Vecchio Fiorentina'ya kadar nehiri takip ettik. Ponte Vecchio Fiorentina üzerinde takı dükkanlarının olduğu bir köprü. Bizim kapalı çarşının köprü üstü versiyonu.



O saatte dükkanlar kapalıydı tabi ki ertesi gün gündüz gözüyle takıları görmem lazımdı, ben de atlamadım takılara baktım, hatta almaya da kaltım ama pazarlık yaptırmadılar. İndirim yapmayanı sevmediğimden almadım :))







Akşam gezimizi Uffizi Gallery'den geçip terbiyesiz bir meydana çıktık. Bir sokak sanatçısı ciddi bir konser veriyordu kalabalığa. Maalesef hızlı adımlarla transit geçmek zorunda kaldık bu gösteriyi. Zira bizim minik faremiz arabasında mışıl mışıl uyuyordu, onu uyandırmak cesaret ister :))


Gelelim terbiyesiz meydana :)) Piazza della Signoria İtalya'nın en artistik yeri. Muhteşem denilen Davut heykeli (kopyası) bu meydanda. Niye terbiyesiz..? Çünkü bir sürü çıp.lak heykelin bulşma noktası olmuş :)))


Sanat işte... Ama hakkaten sanat.



Bu belli başlı yapıların yerlerinin tespitinin ardından hızlı adımlarla istirahate çekilmek üzere şahane (!) otelimize döndük.




Ertesi sabah otelimizde kahvaltımızı (çok çok fakir bir kahvaltı) yapıp eşyalarımız da toparlayıp lobiye bırakarak, aracımızı otoparktan almadan(bir de park etme işiyle uğraşmamak için) Floransa gezimize başladık.







Uffizi Gallery'i ve Piazza della Signoria gündüz gözüyle de bir kez daha görüp Floransa'nın en meşhur mabedinin önünde bulduk kendimizi Santa Maria del Fiore Katedrali. Hani şu kırmızı kubbeli kilise, vaftiz hanesi ve çan kulesi. Çok kalabalıktı.. İçeri girmek için girmek gereken kuyruk benim için fazla uzundu.






Tam karşısında şirin bir dondurmacı, sıcaklamış olan bünyelerimize burda bir mola vermek iyi geldi. Bu arada hiç Roma donrumasından bahsetmediğimi fark ettim. Meşhur Roma dondurması.

Evet güzel. Bol çeşitli. Fakat bizim Maraş dondurmamız yanında krema kıvamında olduğu kesin.




Santa Maria Novella'ya kadar yürüdük. Floaransa'nın ilk büyük basilikası olduğunu da öğrenip geldiğimiz yoldan ilerleyerek Ponte Vecchio Fiorentina üzerinden şehrin diğer yakasına geçtik. Burada da görülecek bir Pitti Palace'ımız vardı. Saray bizim değil ama rota bizim. Sarayın önü gene yerlere serilmiş turistlerle dolu. Ben de bir kenara iliştim istirahat ederken. Oğluşum babasının elinden tutarak minik adımlarıyla sarayın önündeki yolları şereflendirdi.




Gezilecek yerler listemizi tamamlamış olmanın verdiği haklı gururla otelden eşyalarımızı alıp arabamıza yerleştik ki ne fark etsek iyi.. Bizim oğlanın montunu düşürmüşüz. Ben 'arabayla şehirden ayrılmadan önce geziğimiz yerlerden geçelim belki biri bir kenara bırakmıştır' dedim. Ama babamız 'saçmalama!' dedi :))



İstikamet Lucca....

11 Temmuz 2010 Pazar

Maslak Kasrı'nda Bir Yaz Sabahı


Havalar çok sıcak giderken arada yağmur yağması, bulutların güneşi gölgelemesi, rüzgar esmesi ne güzel bir mola oluyor.





Böyle bir cumartesiden sonra gene sımsıcak bir pazar sabahında yıllarca burnumuzun dibinde durup durduğu halde görmek hiç nasip olmamış, çok uzaklaşınca gidesimiz gelen Maslak Kasrında aldık soluğu.






Çok çok sevdim.






Ahh dedim.


Zamanında bilseydik burayı, çıkıp çıkıp gelmez miydik yeni nesil olarak. Şimdi azcık yaşlanmış da olsak harika geldi bahçeleriyle, sevimli hayvanlarıyla gökdelenlerin arasından insana süpriz yapan bu cennet köşesi.






Çok sevdiğim arkadaşlarımla da tekrar tekrar gelmek üzere...

7 Temmuz 2010 Çarşamba

İtalya Notları: 2. Siena

İtalya notlarıma kaldığım yerden devam ediyorum...


Gezimizin 3. günü sabah araç kiralayacağımız içi tekrar havaalanının içine girdik. (Önceki gece internetten kiraladığımız aracı almak için)



Aracımız Fiat Punto idi. Kullanımı gayet güzel, düz vites ama hiç sorunlu değildi. Kliması da gayet iyiydi. Ben aracı çok beğendim doğrusu.




Roma'dan ayrılıcaz ama GPS bizi tarlalara doğru götürmeye başladı. Sonra ayarlarını düzeltmemiz gerektiğini anladık. İstanbul'da kullandığımız GPS'e internetten Avrupa haritası satın aldık ki araç kiralarken bir de GPS parası vermeyelim diye. Sanırım şuan çok ufak bir karımız var. Fakat daha sonra başka avrupa ülkelerinde de kullanırsak karımız artar diye düşünüyoruz :)







Neyse, az gittik uz gittik.. Dilimde "Siena'nın yolları taştan sen çıkardın beni beni baştan, aman Siena'lım...." şeklinde bir türkü ile vardık Siena'ya.








İç karartıcı bir orta çağ kasabası görünümünde Siena... Kahve rengi, kirli binaları bana hep Engizisyon mahkemelerini hatırlattı. Sanki o çirkin evlerden pis sakallı bir papaz çıkacak 'dünya yuvarlak' diyeni yakalayıp zindana atacak, işkence yapacak gibi. Muhtemelen bunun gibi görüntülere sahne olmuştur bu şehir zamanında. Film seti gibi zaten...



Şehirde yürüdük, yürüdük.. Hiç beklemediğim bir zamanda karşımıza geniş bir meydan çıktı Piazza del Campo. (İtalya genel olarak böyle bir ülke beklenmedik bir yerden şahane bir tarihi eser ya da şahane bir meydan çıkıyor)



Yılda iki defa at yarışları düzenleniyormuş bu meydanda. O zaman tıklım tıklım olurmuş. İyi ki 2 temmuz ya da 16 ağustosta burada değiliz dedim doğrusu..

İşte burası çok hoşuma gitti. Ferah bir meydan, turistler yerlerde.. Etrafında Torre del Mangia, Palazzo Pubblico, elbette bir çeşme ve kafeler..
Ben oturdum bir kafeye siparişimizi verdik. Beklerken babasının elinden tutup yürüyüş yaptı bizim ufaklık. Bu ona çok iyi geldi. Bana da :)


Buradan Siena Duomo'sunun olduğu meydana yürüdük. Gene iç karartıcı ortaçağ sokaklarından. Burda yaşayanlar için kötü bir durum ama gezmek için hoş bir yer, farklı bir tecrübe..




Öğle yemeğimizi de yemiş olmanın verdiği rahatlıkla tekrar koyulduk yollara. İstikamet Floransa, orada kalacağız.

4 Temmuz 2010 Pazar

Dolmabahçe'de Bir Yaz Sabahı

Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam..








Bizim minik kurbağa, haftasonu gezmeye çıkınca iyileşti sanki..






Gerçi bu sabah öksürdü bolca, gece yatarken de burnu akıyordu. Bunlar yeni bişeyler mi yoksa ateşin sebebi bunlar mıydı bilmiyorum. İnşallah artmadan geçer gider...






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...