31 Ağustos 2009 Pazartesi

Pazar pazar sen kalk Etilere ordan da Kastamonu pazarına git!

Haftasonu Kasımpaşa'daki Kastamonu pazarına ya da İnebolu pazarına (İnebolu Kastamonu'nun ilçesi) gittik.


Bizim oğlan ek gıdaya başladı ya ona doğal meyve alalım diye.



Çok ufak bir pazar. Ama her tezgahta güzel domatesler var. Bu bizim minik için değil benim için tabiki.


Kızılcık vardı. Aldık. Eve gelince cam rendenede ezdim bir avuç kadar. Sanırım biraz ekşi geldi ama minik solucan ağzını büze büze yedi.

(Sırf yüzündeki ifadeye gülmek için limon veriyoruz. Çok komik oluyor. Ekşiden yüzünü şekilden şekile sokuyor ama yalanmaya da devam ediyor. Bu durumda biz sadist ebeveyn olmuyoruz zira limon faydalı. C vitamini işte mis gibi.)



Süzme yoğurt ve peynir de aldık Kastamonu pazarından.


Aldığımız taze fasulyeyi eve gelince yaptım. İftarlık oldu. Pek taze değilmiş. Alırken de kontrol etmemiştim.


Taze fasulye yemeği eğer fasulye güzelse çok lezetli oluyor. Zeytinyağlı tabi ki. Ama soğuk olmayacak.



Domatesleri ise gayet güzel. İnce kabuklu. Geçenlerde babam memleketten koliye domatesleri koyup gönderdi. Yurtiçi kargonun azizliğine uğradık. Bizim domatesler anadolu yakasında kalmış. Bize bir gün geç ulaşınca hemen hepsi ezilmiş.
Ben de şöyle yaptım:
Ezilmiş domatesleri rendeledim. Bol tuz atıp karıştırdım. Sonra tepsilere döküp balkona güneşe koydum. Hergün karıştırdım.
Bir kavanoz organik salçam oldu.
Tam ev hanımı oldum a dostlar :))



Kastamonu pazarı dolayısıyla yurtiçi kargonun keyfine kalmamış oldu domates sevdam.

----------------------------------------

Pazardan önce bizim minik solucanı KindyRoo ya götürdük.
İnternetten buldum burayı.
Ücretsiz deneme seansları varmış. Form doldurdum bizi aradılar. Randevulaştık. Birtek biz vardık, özel ders oldu :)

Bunlar Avustralya menşeyli bir kuruluş. Çok tatlı bir bayan Zeynep hanım ilgilendi bizimle. Bebeğimizin gelişimi için neler yapmalıyız filan konuştuk. Daha doğrusu onlara kaydolursak ne tarz şeyler yaptırdıklarından bahsetti, gösterdi. Birçoğu bizim evde yapıyor olduğumuz şeyler.
Kaydolursak herhafta bir saat orda olmamız gerekecek. Etilere her hafta gitmek bizim için çok kolay olmayacağı için şimdilik askıda bekletiyoruz.

Bu KindyRoo, Mohini diye çocuklar için yapılmış bir alışveriş merkezinin atölyeler katında.
Mohini'yi de çok beğendik. Oğlan biraz büyüsün bilhassa atölye çalışmalarına götürmek isterim. Çok eğlenceli görünüyordu...

28 Ağustos 2009 Cuma

İşe dönüş


Net tarihi bilmiyorum ama aralık ayı içinde işe dönüyorum.

Bu durum beni çok geriyor.

Ne olacak, oğlumu nasıl bırakıcam, beni çok arayacak mı, çok küçük...

Yaklaşık 10 aylık olacak. Bebeği 4 aylıkken işe başlamak zorunda olanları düşünüp halime şükrediyorum. Gene de çok az zamanımız kaldığına hayıflanıyorum.


İş hayatımın daha başında olduğumu düşünüyor ve en verimli dönemde bırakmak da istemiyorum. Kaldı ki çalışmayı seviyorum. Şuan çalıştığım yeri (iznimden önceki ve iznim bittiğinde devam edeceğim) pek sevdiğim söylenemez (iş anlamında). Ama arkadaşlıklar ve şartları güzel.


Mesai 17de bitiyor. Yarım saatte evdeyim. Evli ve çocuklu biri için ballı kaymak durumu.

Ancaak! Oğlumu kendim büyütmek, onla doya doya oynamak. Şimdi ki gibi yani..


Benim annem ev hanımıydı. Ve ben çok mutlu bir çocuktum. Çalışmıyordu ama gelen giden hiç eksik olmazdı evimizden. Annanem vardı yaşlı. Dışarda çalışmıyordu ama evdeki mesaisi olduça doluydu. O hengamede bana vakit ayırabiliyor muydu? Yoksa çalışan bir anne kadar mı ayırabiliyordu diye düşünüyorum da. Hiç kendimi yalnız hissetmedim. Her ihtiyacım olduğunda ordaydı. Özellikle okula giden çocuklar, anneleri yoğun çalışıyorsa daha çok eksikliğini hissederler herhalde. Ama bizim için bu döneme daha çok var. Şimdi bunu düşünemeye gerek yok. Ama kendi çocukluğumu düşündüğümde annemin çalışmıyor olmasından dolayı şanslı olduğumu düşünüyorum. Anneleri çalışmış olan bazı arkadaşlarımdan bildiğim kadarıyla anneleriyle aralarında kopukluk vardı. Bizim annemle aramızdaki ilişki onlarda yoktu. Bilmiyorum belki şahsi bir durum, ama onlarla konuştuğumda bu durumu annelerinin çalışmasına bağlıyorlardı.


Acaba çocuklar anneleri çalıştğı için onları suçluyorlar mı?


Benim oğlum da ilerde beni suçlar mı? Belki buna hakkı yok. Ama kariyer oğlumdan daha önemli değil.


İşte bütün bunlar kafamı çok çok karıştırıyor.


Anneciğim sağ olsun 'ben bakarım' diyor. Ama onun düzenini de bozmak istemiyorum.


Bir bakıcı bulmak lazım. Ama nasıl?

Annem de olsun en başlarda kadını tanıyana kadar. Kadına güvendikten sonra o da bize bağımlı kalmaz istediği gibi gelir gider diye düşünüyorum.


Ama arada işi bırakayım diye de düşünüyorum. Sonra yok yok diyorum.


Böyle böyle gidiyorum geliyorum.


6 ay daha ücretsiz izin istesem verirler mi diyorum.


Annem gelemiycek olursa mecburen istiycem.


Anne ve Bebisi nin şu yazısı duygularımıza tercüman olmuş.

Esasen işi bırakmak "çalışmayan kadın" damgasından korktuğumuz için de zor geliyor olabilir. Sen o kadar oku sonra hiçbir işe yaramıyor gözüyle bakılsın. Eşim böyle davranmaz ama çevrenin böyle bir bakış açısı var. Bunu hisettiğimde çok umursamam gibi geliyor. Kaldı ki işi bıraksam yapmak istediğim birsürü şey var. Bu arada oğluma kim bakar bilmiyorum :)))


Düşünüp düşünüp hayırlısı diyorum. Ama biran evvel bir yardımcı bulmam lazım. Tembellik etmemeliyim.


Hayırlısı :)
(Biraz konuşur gibi yazdım. İdare edile)

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Kitaplık



Oturma odamızı kütüphane gibi döşemek istiyorum.


Eski tip dolapları olsun, sediri olsun. Ve biz hep orda oturalım. TV olan salonda degil. TV olunca açılıyor. Açınca da bakılıyor.
-Hoş 1,5 aydır fena alışmışım televizyonsuzluğa gündüzleri bile hiç açmıyorum. Düzeldi televizyonumuz artık karlı göstermiyor-

Odamızda kitaplar olsun ama kapalı dolaplarda olsun. -bir de kitap tozu almakla uğraşmak istemiyorum-


Ancak beğendiğim model için ustamız fiyat verdi. Ve bize baya baya tuzlu geldi. Millet o paraya salon takımı alır. Hem de şık birşey.

Masif olması gerekiyormuş dolaplar o yüzden de fiyat artıyormuş.

Resimdeki gibi dolaplar ve sedir istiyorum. Resim bizim Safranbolu'da kaldığımız konağın odasından ve Yörük Köyün'deki bir evin odasından. -Batı Karadeniz gezimizi de bir post konusu yapayım-

Haftasonu İkea'daydık. Güzel şeyler vardı. Acaba hayallerimden vaz geçip daha sade bir şeyler mi alsak diye düşündüm.


İkea çok ucuz değil, hatta hiç ucuz değil. Plastik, uyduruk, kalitesiz şeylere az da denmiycek fiyat koyuyorlar. Ancak güzel tasarımlar ve mantıklı şeyler oluyor.



Böyle huzurlu beyaz bir oda olabilir.

Ya da böyle sade birşey.



Bunlar da güzel. Derleyip toparlamış.


Böyle eskitmeler de var.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Blog aleminden ilk ödül


Canım e.t. cim bana ödül vermiş. Bu ödüle layık olmaya çalışacağım... ;)


Düşünmüş sağ olsun var olsun :))

Esasen kendi için not tutan, kendi için hatıra olsun isteyen, kendi halinde bir bloggerım. Mesaj kaygısı gütmüyorum. Ya da "bloguma da birşey yazamadım kitleler beni merak etmiştir" diye düşünmüyorum :D


Bu sebepten bu ödüle şaşırmadım dersem yalan olur.

Ama bu ödülü hak etmek için yapılması gerekenler varmış. Bunları da yapmamak olmaz. Şöyle ki:


1. Ödülün logosunu bloguna eklemek. (Bu kolay)
2. Ödülü aldığın kişinin linkini, ödülle ilgili yazına yazmak. (Tamamdır)
3. Sevdiğin 7 şeyi listelemek. (Hadi bu da tamam)
4. Sevdiğin 7 blogu listelemek. (7 blog seçmek zor)
5. Ödülü göndereceğin bloglara mesaj bırakmak. (7 blogu ödüllendirmem gerekiyor mu? Ödül vermek isteyeceğim 7den çok blog var muhakkak ama ödül titan saadet zinciri gibi birşey. İnsanları zahmete sokar mıyım acaba diye düşünüyorum. Dur bakalım)



En sevdiğim 7 şey:


  1. Oğlumun kokusu, bilhassa nefesinin misler gibi süt kokusu.

  2. Evimin direği çocuklarımın babasıyla birşeyler yapmak:) Ne mi yapmak? Ne olursa. Film izlemek, temizlik yapmak, sohbet etmek, kavga etmek.

  3. Su içmek.

  4. Gezmek. Şehir içi şehir dışı ya da ülke dışı çok da fark etmez. Yeni yerler görmeyi tercih ederim tabi ki.

  5. Yüzmek. Bilhassa dibi görünen masmavi bir denizde gözlük takıp arada suyun altına bakıp renkli balıkları görüp yüzmek.

  6. Alış veriş etmek :) Üniversite yıllarımda bile rahat para harcayamadığımız halde mağazaları gezer, hatta kıyafetleri üşenmez denerdik. Şimdi de uzun uzun gezip almayı tercih ediyorum. Ama ufaklıkla çok da mümkün olmuyor. Emme meselesi bitince babasına bırakıp yalnız başıma keyfimce bir alışveriş yapasım var.

  7. Domates, peynir, ekmek yemek. Domates mis gibi toprak kokulu olacak. Bahçe domatesi. İnce kabuklu. Bu üçlüyü her yiyişimde havadaki koku beni çocukluğuma götürür.
Şimdi de benim ödül göndermek istediğim bloggerlar:

Anne ve Bebisi
Yasemin Mutfakta
Blogcu Anne
Sevgİstanbul
MUMMY
ucuk beyaz

ve aslında bütün takip ettiklerim.


19 Ağustos 2009 Çarşamba

6 aylık oğluş ve Floryada kahvaltı keyfi.

Oğlumun salı akşam üzeri doktorunda randevumuz vardı.


Tam 6 aylık olmasa da 6 aylık aşılarını oldu, boyu ve kilosu ölçüldü.


1 ayda sadece 460 gram almış olduğunu boyunun ise hemen hiç uzamadığını gördük. Doktor normal olduğunu söylese de çok üzüldüm. Gerçi boyu zaten olması gerektiğinden uzundu ama niye böyle oldu diye çok üzüldüm.


Zaten ek gıdaya başlayacaktık dedi doktor.


Meyve püresi ama ilk etapta suyu, yumurta sarısının 1/4'ü ve yoğurtla başlayacağız beslenmeye. Satılan organik meyve pürelerinden alabilirsin dedi.


Halbuki ben hazır, paketlenmiş hiçbir şeyi mümkün mertebe vermemeyi düşünüyordum.

Doktorsa bizim marketlerden aldığımız meyvelerde çok fazla kimyasal var. Organik olanlardan alıp evde kendin yaparsan en güzeli ama yapamazsan da cam kavanozlardaki organik püreleri kullanabilirsin dedi.


Bunları üreten firmalar anadoludaki bir çiftçiyle anlaşıyorlarmış. 'Sen hiç ilaç kullanmıycaksın, hormon vermiyceksin. Biz senin ürünlerini alıcaz' şeklinde.


Benim niyetim bazı marketlerdeki organik bölümlerinden meyveyi sebzeyi almak. Şişliye herhaftasonu gitmek mümkün olmayabilir zira. İnternetten siparişle de gelebiliyor sanırım bu organik ürünler.


Yoğurdu günlük sütten kendim evde mayalarım diye düşünüyorum.


Keçi sütü almıştık geçen hafta, içtim pek sevmedim. Yoğurt yaptım onu da sevmedim. Malesef..


Ama oğlum için yoğurt yapabilirim belki keçi sütünden. Babası da keçi sütünden sütlaç istedi belki onu severmişiz :)


Danet var burda orda satılıyor günlük keçi sütü.


Organik ürünler de satılıyor orda. Organik yumurta, un, makarna filan filan.



Böyle böyle başlıycaz artık biz de gıdalara.

Doktor ek gıda deyince içim bir tuhaf oldu.


Oğlum bağımsızlaşmaya başlıyor.


Elhamdülillah.


Ama garip işte gene de içim..


Sağlıkla büyüsün benim miniğim -ve bütün minikler-





***********************************************




Ramazan gelmeden Florya sahilinde bir kahvaltı yapalım dedik eski arkadaşımla.




Sabah çok da erken olmayan bir saatte Florya sahilinde çimenlerin içinde boş bir masa bulduk.


Sıcacık börek yapmış hamarat arkadaşım. Çay için termosa sıcak su koymuş. Demlik poşetlerimizi hemen arabadan inince attık içine ki çayımız kararmasın tam demi yerinde olsun. Kekimiz de vardı. Simit, poğaça ve tandır ekmeğini de ben götürdüm. Bir güzel kurulduk soframıza. Tam çayı içicem aman Allahım!


Şeker yok..


Hadiiii...


Bütüm keyfim kaçtı! :))))


Ben şekersiz çay içemem ki...


Neyse ilk bir iki bardağı reçelle idare ettim ama sonraaaa...


Baktım arkamızda yeşilliklere oturmuş bir aile, gidip şeker istedim :))


Böylece şekerle, konuyu tatlıya bağlamış olduk.


Hiç çay getirilir de şeker getirilmez mi diye de az takılmadım arkadaşıma :) E olsun o kadar.


Sonra bir de bizim afacanlar uykuya daldılar. Kahvaltımızı yaptıktan, mideleri şişirdikten sonra bizim de uykumuz geldi elbet ama uyumaya mı geldik canım biz, dedikoduya geldik.


İşte mütevazı ama şık soframız.


Güzel bir gün oldu.. Ramazandan sonra devamı gelir inşallah.


Açık havayı bebekler çok seviyorlar. Arkadaşımın kızı 14 aylık. Koştu çimlerde, çok eğlendi cimcime.


Benim minik sarı sıpamsa etrafa naralar atıp sofraya saldırmak istedi ama henüz muktedir olamıyor.

18 Ağustos 2009 Salı

Haftasonu ve Yalova

(Denizin ortasına kadar balık avlamak için oltasıyla giren adamı dönerken çekebildim.)



Cumartesi öğleden önce Yalova feribotunda yerimizi aldık.
İndikten sonra Yalova merkeze çok yakın olan Asude Tatil köyü'ne vardığımızda saat 13:30 civarıydı. Öğle yemeğine yetişmiş olduk :)
Gitmeden önce araştırdığım kadarıyla pek lüks birşey beklememek gerekiyordu.
Sakindi. Kalabalık değildi. Genel itibariyle güzel bir yerdi. Yorumlar böyleydi.
Şimdi gidip gördüğüme göre an benim yorum yapma anımdır:
- Kesinlikle lüks değil (buna katılıyorum)
- Lüksünü geçtim çok iptidai bir yer.
- Yataklarında uyumak oldukça başarı ister. Yaylarını hissediyorsunuz. İkinci gece eşimle yer değiştirdim. Onun ki daha iyiydi. Oda da üç tane tek kişilik yatak vardı. İkisini birleştirdik. Üçüncüyü de yastıklarla bebek yatağına dönüştürdük.
- Sakin ama kalabalık oldukça. Daha doğrusu yemek saatlerinde yemeklerin hemen tükenmesine yetecek kadar kalabalık.
-Yemekleri çeşit olarak çok yetersiz. Hadi onu geçtim yemeklerin bazıları ilk dakikalarda tükeniyor.
Örneğin akşamları tek çeşit tatlı oluyor. Salata bölümündeki salataların bir kısmı hemencecik bitiyor.

- Çok ucuz da bir yer değil. Tamam gene çok lüks yapmasınlar ancak yemekleri bir iki çeşit arttırsalar, hangi salatanın daha çok itibar gördüğü belli. Herkese yetecek kadar yapsalar. Eskimiş yatakları değiştirseler bence hoş olur.
- Tatil köyünün yeri kötü değildi. Arkası geniş ağaçlık. Evler de çam ağaçlarının içinde, önü deniz, havuzu da yeterli.
-Bir de geceleri demlenen çayları çok güzel. Gün içinde sıcaktan pek içilmese de gece serinliğinde çaya büyük rağbet var.
- Deniz, marmara denizi ne kadar güzel olabilirse o kadar güzel. Yalova'ya sürekli deniz otobüsü seferleri olduğu için sabah 10'dan sonra su dalgalanıyor ve bulanıklaşıyor. Denizin sığ ve dibinin kum olmasından dolayı dalgalandığında bulanık oluyor.
- Bir hafta tatil yapmak için tercih edilecek bir yer değil bence. Denize girmeyi çok özlediğimizde gidip bir gece kalıp gelinebilir diye düşünüyorum. Zira ulaşım çok rahat.


Cırcır böceği sesleriyle uyumak, iyot kokusuyla uyanmak, kumda oynamak, yeni arkadaşlar edinmek.
İşte bunları yaşayabilsinler diye uzaklara gidemeyecekler çocuklarını buraya götürebilirler.
Bizim minik kaplumbağa bunlardan sadece ilk ikisini yapabilse de kendisine bu mini tatilin iyi geldiğini düşünüyorum.

Çocuk temiz hava aldı.
Biz dönüşümlü olarak denize girerken kendisi dalgalara baka baka uyudu. Kahvaltımızı yaparken dört bir tarafa naralar attı. Gece biz çay içip çekirdek çitlerken gariban gariban açık havada uyudu.

Bence bir bebek için güzel tecrübeler bunlar. Allah bereker versin :)
Suya hiç sokmadım. Zaten hava da çok sıcak değildi. Havuzun suyuna pek güvenemedim. Deniz de soğuktu.



Evde yeniden bi düzen oluşturmak belki zor olacak ama gezmek için değer ne yapalım. Sürekli dışardaydı eğer uyumazsa sabahtan akşama kadar gezecek miyiz bilmem.



İşin en kötü tarafı yerleşmemiş, yerleşmemişin üzerine dağılmış eve geri dönmekti. Şöyle derli toplu tertemiz bi eve dönseydim vicdan azabı çekmezdim evi böyle bırakıp gezdik diye.


Pazartesi akşam üzeri döndük evimize. Buzdolabındaki kabaklar hala diriyken ve eşim de evdeyken onları mücver yapmaya karar verdim.




Kızartmadan daha çok seviyorum fırın mücveri.
Benim tarifim şöyle:
3 büyük boy organik kabak :)
2 orta boy patates
2 baş soğan
1 diş sarmısak
2 biber
3 yumurta
Tuzlu beyaz peynir
1,5 - 2 bardak un
1 paket kabartma tozu
Nane, pulbiber, karabiber, tuz, zeytin yağı (hem içine hem borcamı yağlamak için)
Çörekotu, susam, keten tohumu

Kabakları, patatesleri, biberleri ve soğanları rondoda kıydım.
Karıştırma kabında bütün malzemeyi tahta kaşıkla bir güzel karıştırdım. Yağladığım borcama döktüm. Üzerine çörekotu, susam ve keten tohumu serptim. Pişene kadar 180 derecelik fırında, üzeri kızardıktan sonra suyunu çeksin diye 100 derecedeki fırında beklettim.
Aslında maydanoz olsaydı güzel yakışırdı ama evde yoktu.
Mücveri fırına verdikten sonra oğlanı uyuttuk.
Sonra da kendimize ziyafet çektik.


14 Ağustos 2009 Cuma

Bebeklerde Zeka Gelişimi - Vol.1

İnternette bu konuyu araştırırken kaynağı belirtilmemiş bir yazı buldum.
Kaynaksız da olsa not almak istedim:



4 - 6 Ay Bebekler için Beyin Geliştirici Aktiviteler

* Bebeğinizi kucaklayın ve sevgi dolu sözler söyleyin.
* Bebeğinizle sık sık konuşun. Konuşurken gözlerine bakın.
* Bebeğinizi ismi ile çağırın.
* Bebeğinize obje resimleri gösterin, bu yaşlarda bebekler dünyayı keşfederken daha çok görme duyusunu kullanır.
* Bebeğinizin görüş alanı içinde ilginç obje veya oyuncakları hareket ettirin. Hareket onun ilgisini çekecektir.
* El ve ayak parmakları ile oynayın, özelllikle sayı sayarken.
* Onun yüzünüzü elleri ile araştırmasına izin verin.
* Tekerleme ve ninniler söyleyin. Bebekler tekrardan hoşlanırlar.
* Farklı şeyler görebilmesi için bebeğinizi yürüyüşe çıkarın ve gördüğünüz şeyleri ona anlatın.
* Bebeğinizi aynanın önüne götürüp yüzünde değişik bölgeleri gösterin.
* Abartılı mimikler yapın, eğlenceli sesler çıkarın.
* Bebeğinizin oyuncakları ve diğer objeleri eline almasına ve yere atmasına izin verin. Bu, onun farklı sesleri, düşme kavramını ve ellerini kontrol etmesini öğrenmesini sağlar.
* Tahta kaşıklar veya başka basit aletlerle ritmik sesler çıkarın. Bebeğinizi de yapması için cesaretlendirin.
* Bir kutunun içine sallayınca ses çıkaracak malzemeler koyun. Bunların içinde ne olduğunu sorun ve objenin adını söylerken bebeğinizin dokunmasına izin verin.



*********************************************************

Bunlar da evlenme teklifi alma yıldönümü çiçeklerim :))




*********************************************************



Birkaç gündür aman ne güzel uyuyor dedirten oğlum bugün sanki gene başa döndü. Zarzor ağlaya ağlaya uyuyor gene. Dün gece de böyle yaptı. Bir sıkıntısı olabilir mi acaba? Eli sürekli ağzında. Dişleri mi rahatsız ediyor acaba..



Ya da Tracy'nin kitabında bahsettiği arada geriye dönüşler olabiliyor sabırlı olmak mı lazım. Sanki başka alternatifimiz mi var sabretmek dışında.. Seve seve sabrediyoruz hasta olmasınlar, canları yanmasın, mutlu mutlu büyüsünler de.

*********************************************************

Bir de dün gece Osmanlı Cumhuriyeti'ni izledik.


Korkunçtu, çok kötüydü. Hiç kimseye tavsiye etmeyeceğim bir yerli filmi daha. Bir de şu Issız Adam'ı izleyelim bakalım.


Ata Demirer'i görünce insan yerli yersiz gülmek istiyor o bile yok bu filmde. Komedi olmadığını kendileri zaten söylemişlerdi ama hiçbirşey olmadığını söylememişlerdi. Bari komedi yapsalardı dedim açıkcası.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Uyku

Minik tavşanım
tatlı bebeğim
ne zaman insan gibi uyuycaksın sincabım sen :)

İlla memede uyumak derdi.
Yatır kaldır yapıyorum geceleri. Bazen çok bazen az ama illa ağlıyor.
Gece 12de uyanıyor, sonra 4 gibi sonra 8 gibi.
Artık geceleri hiç uyanmadan uyması gerekmiyor mu?

Acaba sütüm az mı geliyor?
Acaba ek besine mi geçmek gerekiyor?

Erken doğduğu için 6 ay degil de 7 ay anne sütü vermeyi planlıyordum halbuki ben. Doktoruna gidip bir danışmak lazım. Tavsiyelere açığım.

Dün korkunç bir olay oldu.
Şeftali parçası tuttum ağzına. Copcop emerken bir çekti içine cuk diye şeftali ağzına kaçtı. Hemen ağzından çıkarttım ama nasıl korktum boğazına kaçtı diye. O bir saniye... Allahım sen koru...

Şeftaliyi minik minik ufacık böldüm parmağımla verdim, parmağımı emdi. Ezip kaşıkla mı vermeliyim? Kaşığa alışması için..

Bu ek besin meselesi de bir dert. Neyse sağlıklı olsun da başa gelen çekilir............

5 Ağustos 2009 Çarşamba

"Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz."

Yeni evimizde TV izleyemiyoruz. Çok karlı gösteriyor (hatta göstermiyor) zira. Bir haftasonu evde oturursak baktıracağız inşallah..


Biz de birkaç gecedir minik sıpayı yatırdıktan sonra aylar önce aldığımız filmleri teker teker izlemeye başladık. (Lost sezonu başlayana kadar böyle idare edeceğiz)


İlk önce Australia sonra The Code dün akşam da Devrim Arabaları.
.

Australia

Lady Sarah Ashley rolündeki Nicole Kidman çok güzeldi. Bilhassa Lady Ashley'nin kıyafetlerine bayıldım. Bir de Nullah rolündeki küçük oyuncu tatlıydı. Filmin gerisi boş. Çook uzun sürdü, bitese de yatsak diye düşündüm hep. Geç bitti, geç yattık olan uykuma oldu.




The Code / Thick as Thieves

Morgan Freeman ve Antonio Banderas oynuyor. Güzel bir hırsız polis filmi. Ekstra bir orjinalliği olmasa da sıkıcı değil en azından. Her suç filminde olduğu gibi süpriz bir finalle bitiyor. "Kim kimdi, kimin eli kimin cebinde" düşündürüyor.




Devrim Arabaları

İçlerinde en çok konuşmaya değer olanı bu film. Filmin ilgi çeken yanı konusu. 23 mühendisin büyük fedakârlık ve azimle gecelerini gündüzlerine katarak, herkesin başaramazlar dediklerini başarıp 130 günde 2 tane Türk Malı otomobili yapmalarını anlatıyor.

Bizdeki eziklik duygusunu nasıl da güzel ifade etmiş. "Toplu iğne yapamazken otomobil nasıl yaparız" diyor halk.

Bir de bizim komplekslerimiz fark ediliyor filmde. Şöyleki Devrim projesinin fikir babası olan Necmettin Erbakan'ın adı bir kere bile geçmiyor filmde. Adam yeşil diye filme yeşil renk bulaşır diye adının geçmediğini düşünüyorum filmde. Eğer dönem filmi yapıyorsan bazı şeyleri kırparak vermemelisin.

Bir gazete haberi şöyle:
"... Devrim adı verilen otomobilin seri olarak imalinin mümkün olup olamayacağı hakkında dün Teknik Üniversitesi Motorler kürsüsü Docenti Necmettin Erbakan'ın malumatına muracaat ettik. / Devlet Baskanı Gürsel'in yakından tanıdığı ve Türk otomobilini gerçekleştirecek çalışmaları sebebi ile kendisine geniş itimat besledigi hatta bu vazifeyi bir devlet bakanlığı payesinde yürütmesini arzu ettiği Erbakan şunları söyledi: / “Eskişehir Cer Atölyesinin uç
ay insan üstü gayret sarfederek meydana getirdiği iki otomobil, iki özellik taşımaktadır. Birincisi, bizde otomobil yapılamaz diyenlere güzel bir cevaptır. İkincisi, bu işi yapacaklara cesaret vermiştir. Fakat otomobil, Teknik Üniversitesi Motorler Enstitüsüne sorulmadan yapılmıştır. Üzerinde çalısan arkadasların otomobil ihtisası yoktur. Cer Atolyesi 1946'da uç dizel motor yapmış, fakat asıl işi Devlet Demiryollarına hizmet olduğundan seri imalata geçememişti. Eskişehir'deki hareket bizim davamız için atılmış adımdır. Üç ayda bir otomobil motoru imaline imkan yoktur. Teknik birçok hataları olduğunu kabul etmek lazımdır. Zira otomobil süt sağma makinesi veya dikis makinesi degil, can makinesidir. Emniyet ister. Bizim on aydır üzerinde çalıştığımız dava başkadır.
Biz binanin maketini yaparak övünmek yerine aslını meydana getirmek gayretinde idik. Aslı dediğim şey seri imalattır. Eskişehir'de arkadaşların yapmaga muvaffak oldukları otomobili tetkik ettikten sonra bunun bizim planlarımıza göre seri şekilde imal edilip edilmeyecegini söyleyebilirim. Bu maksatla biliyorsunuz 9 firma oto sanayii icin birleşmeğe hazırdır. İlerideki iltihaklarla bu rakamın 36'ya yükselecegini tahmin ediyorum. Cer Atolyesi ilk adımı atmıştır. Şimdi iş memleket sanayiine bilhassa bunu yapmağa muktedir firmalara düşmektedir.” (Yeni Sabah, 31 Ekim 1961)"

Bir diğer mevzu, üç devlet adamının asılmasıyla kanlı bir şekilde sonlanan 27 mayıs darbesine devrim denmesi. "O devrime ses edemeyenler bu devrimden vurmaya çalışıyor" mış. Bana saçma geldi. Sen seçilmişleri at yassı adaya, 130 günde araba yapın diye talimat ver. Sonra da ikisine de "Devrim" de.

Hayır niye 130 gün. Adam gibi yapılsın bir sene sürsün.

Ayrıca Cemal Aga madem herkese rağmen bu projeye inanıyor ve destek çıkıyor niye sadece benzini bittiği için yolda kalan arabayı desteklemekten vazgeçiyor. 130 günde adamlar seri üretime hazır olmasa da o zamanın şartlarında tekerlekleri üzerinde ilerleyebilen %100 yerli bir otomobil yapmışlar daha ne.

Bu Cemal Aga'nın niyeti "uğraşsınlar yapılamayacağını görsünler böylece bu konu gündemimizden düşer. Daha sonra kendi otomobilimizi yapalım diyenlere de denedik olmadı deriz" miydi? Seçimle iş başına gelmiş, saçma sapan iddalarla yargılanan devlet adamlarını alel acele idam ettiren birinin iyi niyetli olacağına çok da inanmıyorum doğrusu.


Film bütün bunlara rağmen güzeldi. (Konu itibarıyla)


Filmden birkaç replik:
"Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz."
"Bizim en azından bir avantajımız var; hiç kimse yapabileceğimize inanmıyor"

Bilhassa gençlerin bu filmi izlemeleri gerekir diye düşünüyorum. (Aslında belki daha bir coşkuyla bitebilirdi film) Film bittiğinde "neden olmasın, evet yapabiliriz" diye düşünüyor insan.


Bizdeki yıllar yılı kökleşmiş yabancı hayranlığı ve özgüven eksikliğini bu gibi yapımlarla yıkabiliriz belki de. Şu Türkiye'de ilk uçak fabrikasını kuran Nuri Demirağ'ın hayatı da filmleşse mesela. Kimler uçak üretimine çomak sokmuş gösterilse mesela.


Filmden sonra çeşitli yerlerden Nuri Demirağ'la ilgili yazılar okudum. (Gene geç yattım tabi o ayrı, tam yattığımda sarı sıpa uyanıp kaka yaptı. Hadiii! Besleyip altını değiştirdim, neyse ki uyumaya devam etti)

Nuri Demirağa dönecek olursam;
Adam iş hayatına bankacılıkla başlıyor. 1903 yılında Ziraat Bankası'na giriyor. (17 yaşında) Beni bir bankacının uçak yapmayı hayal etmesi etkiledi. Sonuçta hem yapıyor hem uçak siparişi alıyor.


Ona da “Doğru dürüst yürüyecek yol bile yapamadığımız halde, tayyareler yaparak semalarda yolcu taşıyacağımızı iddia etmek gülünç bir palavracılıktır” deniyor ama bu olumsuz sözleri kulak arkası edip işine bakıyor.


Sadece uçak üretmekle kalmıyor uçakları kullacak pilotların da türk olmaları gerektiğini düşünüp uçuş okulu yapıyor ve okuyan talebelere 150 lira aylık bağlıyor. Türk Hava Kurumu 12 tane uçak sipariş ediyor ancak havaalanı darlığı sebebiyle piste değil de bir tarlaya inebilen ve tamamen plotaj hatası olan ve pilotun ölümüyle sonuçlanan olayı bahane ederek THK uçak alımını iptal ediyor. Bunun üzerine yabancı ülkeler de siparişlerini iptal ediyorlar.
Demirağ cumhurbaşkanından genelkurmay başkanına ve başbakana kadar bütün makamlara mektup yazar ancak kimse sahip çıkmaz.


Ayrıca şurda yazanların not alınması gerekir diye buraya kopyalıyorum:

Nuri Demirağ, planlamış olduğu faaliyetlerini ve uğradığı haksızlığı dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye yazılı olarak rapor etti. İlk raporunu 29 kasım 1939'da, ikincisini 26 Ağustos 1940'da verdi. Her iki raporda da; o tarihe kadar yaptıkları tüm işleri anlattı. Genelkurmay Başkanı ve Hava Müsteşarı'nın desteğini aldığını, bazı Türk gençlerini mühendis olarak yetiştirmek maksadıyla yurt dışında okuttuğunu, nazariyatla pratiği birleştirdiğini, yaptığı tüm işlerin plan ve projelerini makamlarına sunduğunu, Divrik ile ilgili hazırladığı tüm plan ve projeleri, elektrik santralı ve baraj bölgelerinin krokilerini, yaptırmayı planladığı okulların fotoğraflarını, Hava Kurumu'nun 65 planörünü teslim ettiğini, kurum tarafından kabul edilmeyen 12 eğitim uçağı ile ilgili tüm gelişmeleri belgelerle anlattı ve yaptığı toplam masrafın 1,5 milyon lira olduğunu belirttikten sonra cümlesini şöyle bitirmiş. "Hoş karakterim buna müsait değil ama, bu parayla farzı-muhal 15-20 adet han - apartman yaptırır, senede 150-200 bin lira gelir alarak istediğim gibi yaşardım fakat yapmadım." Olabilecek herşeyi tek tek sıralayarak konunun milli politika açısından önemini vurguladı ve isteklerini gayet mahçup bir şekilde duyurdu.

Filmde de dendiği gibi "Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz."
Bu konuda daha çok yazılır.
Üniversitelerde sırf kıskançlıktan hocaları tarafından önleri kesilen gençleri mi ararsın, askeri projelerin bitimine yakın iptal edilmesini mi arasın, ne ararsan vardır bizim ülkede.

4 Ağustos 2009 Salı

Çilek ve kakaolu kek


Aslında niyetim hazır çilek almışken çilekli pasta yapmaktı. Ancak evde süt yok. Markete de sıcaktan dolayı gidemeyince kek yapayım çilekleri de yanında yerim dedim :)


Yanında da bir bardak buz gibi limonata..
Son haftalarda sürekli kek yapıyorum. Kilo almıyorum diye yiyip yiyip duruyorum.
Sonrasını düşünmek istemiyorum.
Yeni fırın keki çok iyi yapmıyor gibi. Sanki biraz kuru oluyor. Ya da ben beceriksizim. Ama lezzetli.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Haftasonu


Bızdıkla haftasonları güzel geçiyor. İstanbul dışına pek çıkmasak da gezilerimizin tadını çok kaçırmıyor. E tabi bebek bebekliğini yapacak. Hiç acıkmasın mı, altı kirletmesin mi ya da kucak istemesin mi bu çocuk!


Bu haftasonu hiiiç kucaktan inmedi. Daha doğrusu inmeye fırsatı olmadı. Seven sevene. Bir organizasyonda boy gösterdi küçük bey ve sempatikliğiyle gönülleri feth etti.

Hava çok sıcaktı. Tam da en sıcak olduğu anda yağmur yağması, hem de bardaktan boşalırcasına yağması ne de güzel oldu. Yağmura boşuna rahmet dememişler. Herkes bir güzel ıslansa da bence harika oldu.


Yağmurdan sonra sanki daha bir bunaltıcı oldu hava. Bizim de ayrılma vaktimiz gelmişti. Zira bu sefer şu ekolojik pazara gitmeye kararlıydık. İyiki de piknikte daha fazla oyalanmamışız zira pazarcılar toplanmaya başlamışlardı biz vardığımızda. Hatta bazı tezgahlar tamamen toplanmıştı.


Patates alacaktım mesela yoktu. Domates delisi olarak domates aldım. İnce kabuklu mis kokululardan bulamadım ama kalın kabuklu mis kokululardan vardı. Çilek mevsimi geçmemiş miydi? Çilek vardı hem de mis kokulu :) hemen aldık. Dolmalık biber, taze fasulye, şeftali, erik bulabildiklerimiz. Karpuz aldık ama kabak çıktı :) Organik diye yiyoruz tatsız tatsız :) Karpuzcu kadın şeçmeseydi eşimin başının etini yerdim bu ne biçim karpuz diye :))

Pazar sabah 5-6 gibi açılıyormuş, yazın 16, kışın 14 gibi toplanıyormuş. Biz vardığımızda 16yı geçiyordu. Bundan sonra önce pazara uğramak sonra gezmeye gitmek gerek diye düşündük.


Pazar günü ise hiiiç evden çıkmayı planlamıyorduk. Zira bir sürü koli var yerleştirilmeyi bekleyen. Ancak işimiz çıkınca mecburen evde kalıp iş yapamadık.

Artık yerleşmemiş evi gördükçe başıma ağrılar giriyor. Çünkü koca bir haftasonu geçti hiç birşey yapmadan. Haftaiçi zaten birşey yapamıyorum. Sinir oluyorum şuan kendi kendime.

Ama yapacak birşey yok.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...