29 Aralık 2010 Çarşamba

Namlı Gurme



Size bir yer tavsiye edeceğim; çok lezzetli. İştah açıcı ve dolayısıyla kese düşmanı.
Hesaplı da denemez ama çok para harcamanızın başlıca sebebi herşeyin çok lezzetli görünmesi.
İçeri giriyorsunuz 'şarküteri'.
Dışarı çıkıyorsunuz 'kafe'.
İçerden beğeniyorsunuz dışarda yiyorsunuz. Dışarda dediysem kapalı balkon tarzı.

Zeytinyağlı tabağı şahane.
Sucuklu pastırmalı omletini de test edip onayladık.

Karaköy Güllüoğlu'nun yanındaki Namlı Gurme. Ataköy'de de şubesi varmış orayı da test etmekte fayda var:))





27 Aralık 2010 Pazartesi

Doğum günü


Bu haftasonu oyun grubuna gittik.


Eğlendi..

Biraz ağladı. Çığlık atan kız çocuğuna dayanamadı :)


Fotoğrafsa geçenlerde gittiğimiz arkadaş grubunda beklenmedik bir doğum günü kutlamasından.


İlk defa mum üfleme eylemine karıştı.
Elektrikler kesilince yaktığımız mumu mutlaka o söndürecek.


Fondünün mumunu hemen üfleyecek.

21 Aralık 2010 Salı

Rahmi Koç Müzesinde bir Tıfıl


Cumartesi grupanya ile aldığım biletleri daha geç olmadan kullanmak üzere Beyoğlu-Hasköy'ün yolunu tuttuk.



Müzeye vardığımızda küçük bey uyumuşlardı. İçeri girince onun da mutlaka görmesi gerek diye uyanmasını bekleyelim dedik ve sevimli kafede oturup birşeyler atıştırdık. Ama bizim ufaklıkta hiç bir uyanma emaresi göremeyince başayım bari gezmeye dedik, zira annesinin akşam yetişmesi gereken bir eğitimi vardı.




İlk önce antika arabaların olduğu katı gezdik. Tam bu sırada girişteki bayanın saat 3te trenle Sütlüce'ye götürdüklerini söylediği aklımıza geldi. Koştur koştur dışarı çıktık ama nafile treni kaçırmışız. Bunun üzerine bizim beye 'senin yüzünden kaçırdık' diye bıdı bıdı yaparken minik sincap uyandı. Meğer her saat başı varmış tarihi tren gezisi.

İçerde kaldığımız yerden gezmeye devam ettik. Saat 4teki trene de yetiştik.



Harika bir müze, çok beğendik. Bir biletim daha var. Annemi de götürmeyi istiyorum. Gençliğindeki arabaları görmek eğlenceli gelir herhalde ona da.


Çocuklar için bir deney ve oyun katı yapmışlar. Bilhassa ilköğretim çocukları için çok hoş düşünülmüş.




Oyuncaklara bayıldım. Oyuncak müzesinde ne yaparım bilmiyorum.




Bina ve düzen olarak Berlin teknoloji müzesine benzettik. Tarihi olması hasebiyle belki de.



Yukarda duran yüzen araba, altında pervanesi var.




Bu da Abdulaziz'in saltanat vagonu.



Atatürk'ün bavulu.

17 Aralık 2010 Cuma

Body Worlds - Yaşam Döngüsü


Bugün bir fırsatını bulup gittik. Şahaneydi.
İnsanın bir zerreden nasıl kompleks bir yaratık haline geldiğini görmek, koskoca dünyada çelimsiz kalan bedenlerimizin içinde dünyayı taşıdığımıza şahit olmak, büyüleyiciydi.
Yaradana bir kez daha hayran kalmak, O'nun varlığından haberdar olmak ve bu duruma şükredenlerden olmak insanda tarifi mümkün olmayan hisler uyandırıyor.
Bütün bunları gören ama hala kör bakan gözlere de hidayet duası ediyor insan içten içe.
Pazar günü serginin son günü. İmkanı olan mutlaka gitmeli. Karaköy'deki İstanbul Modern'de sergileniyor.


Çok kalabalık olmasaydı ya da içeri daha az sayında insan alsalardı çok daha rahat gezerdik. 2 saat de sürmezdi belki sergiyi tamamlamamız. (Yok yok gene süredi.)
Güya biletlerde giriş saatleri var ama akşam girenlere saat 10 biletini veriyorlar. Böyle olunca da içerde bir curcuna, hurra bir gezi.


5 TL daha verip sesli anlatım cihazı da temin ediliyor. Fakat konuşan kadının içimi baydığını söylemeden geçemeyeceğim.







Şaşırtıcı Gerçekler


VÜCUT HAKKINDA EĞİTİCİ EĞLENCELİ BİLGİLER


Biliyor muydunuz?


KADIN ANATOMİSİ
*Ortalama kadın yumurtalığı, 2 milyon yumurta içerir. Her biri sayısız kuşağın genetik koduna sahiptir *Kadınlar, yüksek estrojen seviyeleri sayesinde daha iyi koku alırlar
*Bir kadın, ömrü boyunca dünyaya 35 çocuk getirme kapasitesine sahiptir.


KASLAR
*Göz, tüm vücuttaki en hızlı tepki veren kastır. Saniyenin 100’de biri sürede kasılır.
*Gülümsemek 17 kası kullanırken, kaş çatmak 43 tane kullanır
*Vücuttaki en küçük kasın boyutu 1,3 mm’den azdır. Stapedius adındadır ve kulak zarından iç kulağa titreşimleri gönderen üzengi kemiğini harekete geçirir
*Vücuttaki en güçlü kas, kabaetinizdedir (büyük kabaet kası)
*Dil, vücuttaki en güçlü kaslardan biridir

KEMİKLER
*Çene kemiğiniz vücuttaki en sert kemiktir
*Doğduğunuzda 350 kemiğiniz vardı. Çocukluk evresinden sonra 144 tanesi birbirine kaynadı.
* Hemen hemen 7 yılda bir, vücudunuz bir tam iskelete denk olacak şekilde yenilenir.
*Gülmek ve öksürmek, omurganıza yürümek veya ayakta durmaktan daha fazla yük bindirir.

KALP
*Kalp vücuttan çıkarılsa da atmaya devam eder. Parçalara bölünse bile kaslar atmayı sürdürür
*Kalp, saate 284 litreden fazla kan pompalar
*Kalp ömür boyunca yaklaşık 2,7 milyar kez çarpar

KAN DAMARLARI VE HÜCRELERİ
*İnsan vücudunda neredeyse 96.500 kilometre kan damarı bulunur
*Alyuvarlar saniyede 2 milyon adet hızında oluşurlar

BEYİN
*Beyin, ölümden yaklaşık 37 saat sonrasına kadar elektrik dalgaları ile sinyal göndermeyi sürdürür
*Beyin, 15 yaş civarına geldiğinize büyümesini durdurur

SİNDİRİM SİSTEMİ
*Ortalama bir erkek, 68 kilogramlık bir ağırlığı korumak için ömrü boyunca yaklaşık 50 ton gıda yer
*Vücudun çok yağlı bir yemeği sindirmesi 6 saat sürerken, karbonhidratlı bir yemeği 2 saatte sindirir. *Ortalama insanda yemeğin özefagustan (yemek borusundan) aşağı inmesi 8 saniye sürer, ince bağırsakta 3-5 saat, kalın bağırsakta 3-4 gün kalır
*Mideniz, kendi ürettiği asitte sindirebilmek için her 3 günde bir yeni bir zar üretir

AKCİĞERLER
*Ortalama insan, ömür boyu 330 milyon litre hava solur
*30 yaşın altındaki insanlar, 80 yaşın üstündekilere göre iki kat fazla oksijen alırlar

GENEL
*Bir yetişkinin ağırlığının % 60’ından fazlası sudur

7 Aralık 2010 Salı

Pekmezli Muhallebi



Geçen hafta bir kaç gün yaptığım tiramisudan ayırdığım labneli kremayı ufaklığa muhallebi diye yedirmiştim. Yumurta yemediği için arkadaşa bahaneyle yumurta yedirmiş oluyoruz böylece.




Geçen akşam yemekten sonra bağrışlarla bana muhallebi yaptırdı velet.




Önce muhallebiyi yediği sandalyeyi çekiyor. Sonra muhallebiyi buzdolabından çıkarıp koyduğum tezgahı gösteriyor. Iıhhh!!! diye bağıra bağıra.. Yaptırdı :)) Konuştuğunda kim bilir neler olacak diye düşünmeden edemedim.




Hadi tarifi de vereyim tam olsun. Hem daha faydalı olsun hem de şekeri azalsın diye pekmezli muhallebi yapayım dedim.


. 1/2 litre süt

. 2 kaşık un

. 1 kaşık nişasta

. 1 çay bardağından biraz az pekmez

. 1 tatlı kaşığı şeker

. Üzeri için tarçın, hindistan cevizi


Bütün malzemeyi tecereye alıp çırptım. Sonra muhallebi kıvamına gelene kadar karıştıra karıştıra pişirdim. Piştikten sonra ocaktan alıp tekrar çırptım. Kaselere koyduktan sonra üzerine tarçın ve hindistan cevizi serptim.

Ucundan ben de tattım. Gayet güzel olmuş. Tarçın pekmez kokusunu bastırmış hoş olmuş.


Soğumasını beklerken fotoğraf çekeyim dedim. Tabi ki benim sabırsız oğlumun ellerini muhallebiye daldırmasıyla bu işlem de son buldu.

3 Aralık 2010 Cuma

Kahve Hem de Damla Sakızlı


Kahve en vazgeçemediklerimden.

Okkalısı değil ama tadı yerinde olmakla beraber lite olanından ve mümkünse ortanın şekerlisinden günde 5 fincan içebilirim.

Birkaç yıldır da çok sevdiğimiz damla sakızlı türk kahvesini evimizden eksik etmiyoruz. Ve mutlaka ya tamamen damla sakızlıdan ya da normal kahvenin içine 1 kaşık da olsa damla sakızlı ilave ederek yapıyoruz kahvemizi.

Nefiss

Çoğunluk Kahve Dünya'sı ile tattı belki bu lezzeti ama bizim karşılaşmamız tamamen tesadüf, ya da tevafuk.

Günlerden pazardı ve biz Eminönü'ndeydik. Evde kahvemiz bitti bitecek durumdaydı. Gelmişken Kuru Kahveci Mehmet Efendi'ye de uğrayalım dedik. Ama pazar günleri kapalı olurlarmış kendileri. Onun bulunduğu sokakta ilerlerken gene sol taraf da başka bir kahve dükkanı gördük. Hadi burdan alalıdedik. Kapısında da bir abi kahve pişirip duru :)
Neyse efendim kahvemizi alıp çıktık ki benim gözüme bir yazı takıldı. "Damla Sakızlı Türk Kahvesi" diye. Anam! Bu ne olakiii Hadi deneyelim miiiii??? Deyip aldık bir paket. İşte o paketle vurulduk bu lezzete.

Daha sonraları kahve dünyasında da görünce eminönü'ne gidemediğimizde burdan alıverelim dedik. Fakat Eminönü'nden aldıklarımızın telvesinde damla sakızı tanecikleri görünürken kahve dünyasındakilerde hiç görünmüyordu. Meğersem kahve dünyasındaki damla sakızlı kahvede sadece aroması varmıŞŞŞ!!!
Burdan Kahve Dünyası yetkililerine seslenmek istiyorum. "Ayıptır. Kalitenize yakışmayacak bir sahteciliktir. Bu gaflet uykusundan tez elden uyanın."

Artık damla sakızlı kahvemizi kahve dünyasından almıyoruz. (Bu arada kahve dünyasını çok çok beğeniyorum. Kahvelerini, çikolatalarını, stilini..)

Bir de kahve festvalinde İlyas Gönen diye bir İzmir markasının diberte öğütülmüş değişik aromalı kahvelerinden aldık. Onları da çok beğendim. Damla sakızlının içinde damla sakızı da harbiden vardı ayrıca :) Çikolatalısı, karamellisi ve vanilyalısı olduğunu hatırlıyorum.

30 Kasım 2010 Salı

Oyuncak Fuarı 2010


16 yaşından küçük çocukları almayacaklar diye yalnız başıma gidecektim cumartesi sabah erkenden.


Bizim bey "Oğlanla biz de gelelim. Belki alırlar. Almazlarsa biz Airport'ta dolaşırız." buyurdu.

"E peki" dedim.

Ufaklıkla dışarı çıkmak her zaman 1 saat rötarlı olur. Gene öyle oldu.


Fuar girişindeki görevli puseti turnikelerin üstünden geçirmemize yardımcı oldu. Bir başka görevli de: "Pusette olduğu için alıyoruz. Ancak içerde pusetinden inerse ve ortalığa rahatsızlık verirse sizi dışarı çıkarabilirler" diye kibarca uyardı biz de "tamamdır abla" yapıp daldık oyuncak koridorlarına.

Benim süper uslu(!) oğlum hiiç rahatsızlık verir mii!?!?

Bir müddet sonra inmek istedi ama girer girmez aldığımız şarkı söyleyen kitaplar oldukça işe yaradı.




Fuarı beğendim doğrusu. O kadar cici bici, oyuncak olur da ben beğenmez miyim? Resimdeki pembe şatoya çocukken sahip olsaydım deli olurdum deli!!!! Ama biz bunları o zamanlar sadece Almanya'dan gelen Burda dergilerinin son sayfalarında görürdük.

Ahşap oyuncaklara baktım daha çok. Ahşap oyuncak üretenlerin sayısının arttığını görmek çok güzeldi. Birkaç parça bişey aldım.
Demonte ahşap araba (fotoğrafını çekmedim henüz), bizim için henüz erken olan at şeklinde ahşap bir puzzle (bunun da fotosu yok), 4 tane kitap, bir de resimdeki şahane ağaç.





Buna bayıldım. Yukarından bilye bırakıyorsun ağacın yapraklarından tın tın aşağıya iniyor. Çocuk gelişiminde şuna, buna, sürekliliğe, falana, filana hitap ediyor mutlaka. Bi de bizim oğlan bilye aşağıya inene kadar çıkan ses eşliğinde dans ediyor :)) Üretenler ise Sakatlar Derneği Samsun Şubesi'ymiş. Marka: Ekolojik oyuncak.

25 Kasım 2010 Perşembe

Bebeklere papyon yapımı







1. Öncelikle oğlunuza bir çift deri patik alıyorsunuz.



2. Üzerindeki kurdelaları çıkartıp erkek moduna sokuyorsunuz.







3. O kurdelaları saklıyorsunuz. Çöpçü anne misali.







4. Üzerinde çiçek, böcek ve ya envai çeşit hayvanatın olmadığı düz siyah bir papyon bulamayınca saksıyı çalıştırıyorsunuz.




5. Son gece (arefe gecesi) bu kurdelayı papyon yapmaya koyuluyorsunuz. Ancak kaç gündür nasıl yaparımı zihninizde canlandırdığınız halde yumurta kapıya dayanmadan harekete geçmeyen bünyenizi gece 10'dan sonra harekete geçiriyorsunuz.




6. Terziliğine son derece güvendiğiniz annenizin mutlaka dolabında siyah bir lastik vardır diye düşündüğünüz için 'anne...' diye sesleniyorsunuz ancak annenizden sizi memnun edecek cevabı alamıyorsunuz.




7. Dikiş makinesinin gözünde annenizin birkaç parça siyah likralı kumaşını buluyorsunuz. Hemen kafanızın epsilon komşuluğunda bir yıldız parlıyor.


8. Makası alıp bunu uygun şekilde inceltiyorsunuz. (Ama makasınız illaki kör olacak, yoksa böyle yamuk kesmeniz çok zor olur.)




9. Yılık yamuk kesilen kumaş parçasını adam etmek için kenarlarını üşenmeyip sürfile yapıyorsunuz.



10. Deri kurdelayı kumaş parçasının ortasına uygun şekilde dikiyorsunuz. (Bu aşama hiç kolay değil. Deriyi dikmek güç gerektiriyor. Ben eşimden yardım aldım.)İki ucunu birleştirmek için de bir uca düğme dikiyorsunuz diğer uca da düğmeye uygun bir yırtıkçık açıyorsunuz.






Ve 10 adımda oğluşunuza papyon yapmış oluyorsunuz.




Bizim delikanlı papyonuna-yeleğine-gömleğine bakmadan koltuklardan kucaklara, kucaklardan halılara, halılarda sehpalara atladı zıpladı hiiiç durmadı. Dolayısıyla popyonu muntazam, gömleği jilet gibi değildi. Yukardaki fotograf en dağılmış hali.




Fakat gene de bence bu papyon, bu bayram bizi gayet güzel götürdü. Görenler çok beğendi. Kimseye çakma olduğunu söylemedik tabi ki :)))

23 Kasım 2010 Salı

Bayram bitti (mi acaba)


Deliye her gün bayram ya o bakımdan :)


Oğlan evi kız evi derken, annane babanne derken, araya bir dolu akraba da girince bizim minik sincap oldu size minik şımarık sincap.



Dönüşü trafiğe takılmamak için cumartesi yapalım dedik. Evden sabah çok erken çıkamayınca Sapanca'da müthiş bir tafiğe yakalandık. Korkunçtu.. O gece 10:45te gişeleri tekrar ücretsiz yapmalarıyla ilerleyen saatlerde ve dolayısıyla pazar günü trafik oldukça rahatmış. Ama biz, o saatlerce süren araba kuyruğu işkencesini çoktan çekmiştik.



Sağlık olsun, kazasız belasız döndük ya..



Senelerdir onca yolu gider gelirim, onca yol gözlerim, yolcu uğurlarım hala daha herseferinde korkarım. Ne diyim, Allah korktuklarımızdan emin etsin.




İşin en güzeli de insanın gezip tozup en sonunda başını sokacağı sıcacık bir yuvası olması.




Dün uzun tatil dönüşü oğluşumla ayrılışımızın ilk günüydü. Hiç korktuğum gibi geçmemiş elhamdülillah. Akşam da bir terslik hissetmedim.
Hatta bu tatil ikimize de çok iyi geldi diyebilirim. Çok çok kucak istedi. Ben de bol bol onu yemek istedim. Aşk tazeledik yani :)
Sonrasında çok zor gelir mi ayrılık dedim ama şimdilik iyi görünüyor.

11 Kasım 2010 Perşembe

Emirgan'da son yaz sabahları..

Önce çok sıkı(!) diyetimi bozduran kahvaltı.



Bizden çok bal yiyen bir arı.
Sonra koruda biraz yürüyüş.

Annesinin minik zürafası.
Arkasından da bol bol koşturmaca.

Top oynadı, annesini kovaladı. İlla bebek arabasını o sürecek.

Dönüş yolunda hemencecik sızı verdi.

9 Kasım 2010 Salı

Diyetliyim


Zenginlerin ata sporu platese başladım. Ancak haftada 2 gün gitmem gerekirken ben bir gün ancak gidebiliyorum.

Gitmediğim gün evde birşeyler yapmaya çalışıyorum bazen. Ders 1 saat sürerken evde yarım saat ancak dayanabiliyorum.
Oğlum da sabote ediyor haliyle. Tek bacağımı kaldırıyorsam diğerinin üzerine çıkıp hareket edeni yakalamaya çalışıyor mesela :)

Hadi oğlum sen de yap deyince yatıyor kendince o da yapıyor. Ama en güzeli üflemesi. Üff üff!
Sanırsın Ebru şallı'nın oğlu :))

Platese başlamadan önce 60 kiloydum. Platese başladıktan sonra 61 oldum. Demek ki zenginin sporu züğürdün yağını yakmıyormuş :)

Boğazını tutmazsan, gelsin kahveler yanında çikolatalar. Akşamları tiramisular..

Geçen hafta çok az dikkat ettim 59'lu rakamları baskülümde görmeye başladım. Fakat araya haftasonu girdi.

Haftasonları, diyetlerin bir numaralı düşmanı bence.
Bütün hafta aç gezsen ne olacak pazar sabahı gittiğin bir açık büfeyle bütün verdiklerini alabilirsin. Eşinle dostunla dışarı çıkmışsın. Herkes yerken sen de bakamazsın ya.

Ben de tabi ki bakmadım. Bakmadım ama bu sabah basküle de bakmadım. Cuma sabahı bakarım artık :))

Kilolu değilim yanlış anlaşılmasın. Niyetim sadece ince kalmak :P
Hamilelikten önce 58 kiloydum. Doğum iznim bittiğinde 58 kilo olmuştum. Hem de hiç diyet ve spor yapmadan.
İşe başladım. Öğlenleri bilmem ne yağıyla yapılmış yemekleri yemeğe başladım. Ve en önemlisi oğlum artık eskisi kadar emmemeye başladı. Ben de kilolanmaya.

Ama hedefim 55. Bakarsın olurum :)

2 Kasım 2010 Salı

Bizim evde bir teletubi var.


Uyku tulumuyla



29 Ekim 2010 Cuma

29 Ekim



Geçtiğimiz hafta boğazdaki gösterileri en iyi nerden izlerizi araştırdım durdum.




İki sene önce Ortaköy'e gitmiştik. Şahaneydi. Ancak çocukla açık havada olmak pek akıl karı gelmedi.




Gösterilerin zaten 15 dakika süreceğini öğrenince 'aman dururuz o kadar dışarda bişey olmaz' diye de düşünmeye başlamıştım ki. Benim minik zürafam hastalandı.




Son bir kaç gün yağan yağmur, açık havada izlemeyi unutturacak kadar şiddetliydi. 28 ekim akşamı annemin haberlerde gösterilerin pazar gecesine ertelendiğini duyurduklarını söylemesine öyle sevindim ki hiç belediyenin sitesine girip kontrol etmeyi akıl bile edemedim.




29 ekim akşamı haberleri görünce acayip üzüldüm. Köprüdeki havayi fişek gösterisi olmuş da bitmiş :((




"Gündüz bile çok soğuktu hava. Bunda da vardır bir hayır. Çocuk zaten hala öksürüyor." Dedim ama gene de içimde kaldı.




Havayi fişeğin tabiata nedenli zarar verdiğini düşünüp bu katliyama bir de seyircilik yapıp destek olmadık diye de sevinebilirim. Ama içten içe 'seneye gideriz artık' demedim desem yalan olur.




Tabi ki en güzeli havai fişek atmanın yasaklanması. Fener alayının gözü mü çıktı? İBB duy sesimi.




Çevreci Şirin (ya da kedi ulaşamadığı ciğere...)

28 Ekim 2010 Perşembe

Sümüklü bir böcek


Geçen cuma adamım hastalandı.
Akşam ateşi 38,2 ye kadar çıktı. Burnu akıyor, tıkanıyordu. Ateş düşürücü vermeden sabahı ettik. Sabah bir arkadaşımın kahvaltı daveti vardı. Gelecek bütün çocuklar okullu olduğu için gitmeye çekinmedim. Ne de olsa mikropların hepsi fink atıyor okullarda. Baktım tıfılcan ateşli değil gittim ben de kahvaltı ya.

Orda pek bir mahsundu. Yanımdan hiç kalkmadı. Ara ara ağladı. Evde de hiç birşey yememişti orda da yemedi. Ben de ısrar etmedim. Ortam biraz sakinleşince keyfi yerine geldi. Biraz oynadı evimize döndü.

Eve geldiğimizde artık uyku gözünden akıyordu. Hiç birşey yedirmeye uğraşmadan hemen uyuttum. Zira uykusu olduğunda da hiç birşey yemiyor. O gün ilk yemeğini saat 16 sularında yedi.

Pazar günü gene dışardaydık. Ateşi filan yoktu. Sadece ara ara öksürüyordu ama çok az.
Keyifsiz değildi ama naz-niyaz tam gaz.

Salı gününe geldiğimizde ise bütün gün burnu akmış. Kucaktan inmek istememiş. Öksürük gene bol bol olmuş. Biz de aldık akşam doktora götürdük. Uzun zamandır çocuğu bir de başk doktor görse diye geçiriyordum aklımdan. Hazır doktora ihtiyacımız olmuşken başka bir doktora götürelim dedik. Ve Levent'te bir hekime götürdük.


Muayenede ateşi arttı miniğimin. 38.2den 38.9'a yükselince hemen ateş düşürücü verdi doktor. Antibiyotik vermedi. Verseydi de kullanmazdım herhalde. Benical ve Katarin'i dönüşümlü kullandırdı. Bir de bir kaç burun damlasının karışımını verdi. (Bu damla burnunu çok iyi açtı gerçekten) Bugün de kontrolü vardı. Burnu son sürat aksa da öksürüğü devam etse de boğazındaki hafif kızarıklık geçmiş. Ciğerleri zaten temizmiş. Sonra da "benim muayene tarzım farklıdır" deyip. Çocuğa sorumluluk verin, bir işe başladığında bitirmesini sağlayın, disiplini de öğrensin, cinsel kimliğini kazanması da bu zamanda lazım dedi. Ve bu kontrol olduğu için para vermedik ama ilk muayenede 250 lira verdik.

Çok para değil mi? Bence çok değil aşırı!!!

İyi bir hekim muhakkak fakat ekstra bir durum da göremedim. Sürekli "benim tarzım farklı", "benim kontrolümdeki çocukların IQ'su çok yüksek olur" filan filan şeklinde övünüp durdu. Fakat biz muayenede hiç rahat hissetmedik. Sanki soru sorarken bize kızıyordu. Pek de soru soramadım :)

Hem günümüz çocuklarında IQ'su düşük olan mı var Allah aşkına :)


Bizim her zaman gittiğimiz doktorumuz doçentliği gelmiş ama siyasal sebeplerle hakkı yenen bir hanım. Ve şeker gibi bir insan. Üstelik Etiyopya'ya gider, Pakistana, Afganista'a gider. Mis gibi işini de yapar. Canım doktorumuzu birkez daha sevdim.


19 Ekim 2010 Salı

Dualarınız için çok teşekkürler...

15 Ekim 2010 Cuma

Bir arkadaşımı kaybettim


Bir kaç hafta önce aldım haberini.




Beynimden vurulmuşa döndüm. Şok!!!




O günden beri ağlıyorum. Duruyorum, susuyorum, yaşıyorum. Ama gecenin bir vakti aklıma geliyor ağlıyorum. İş çıkışı servise yürürken aklıma geliyor, durduramıyorum, ağlıyorum.




Biz O'nun iyileşeceği haberini alacağımızı zannediyorduk. 5-6 ay önce aniden o kötü hastalığa yakalandığı haberini almıştık. Doktorları hastalığı başında yakaladıklarını, atlatabileceğini söylemişler diye su serpilmişti yüreğimize.




Son zamanlar aldığımız habere göre kötüye gidiyordu. Üzülmüştük ama, ümidimiz vardı. Ama..






Gencecikti. Çok tatlıydı. Çok iyiydi. Tertemiz bakıyordu...




Duyduk ki hastalığından dolayı hiç isyan etmemiş maşallah. Öyleyse tertemiz gitmiştir Rabbinin yanına, öyleyse şehit olmuştur dermansız derdinden dolayı. Allahım!!!!!




O'nun için belki de şahane bir son. Fakat annesinin, babasının acısını düşünemiyorum.




Allah sabır versin.




Gülşah, kabrin geniş olsun. Huri kızları yoldaşın olsun. Mekanın cennet olsun.

8 Ekim 2010 Cuma

Aşklarım



O benim ilk aşkım. İlk aşklar unutulmazmış. Ben de asla unutmayacağım.


Sevmeyi, birine güvenmeyi onla öğrendim.


Çok da yakışıklıydı.


Ve bence, sanki herkes onu yakışıklı bulmalıydı. Buluyordu gibi gelirdi.


Uzun boyludu.


Yanında kendimi minicik hissederdim.


Ellerimi avuçlarında ısıtırdı. Kocaman avuçlarında.


Ben ondan çok küçüktüm birçok şeyi ondan öğrendim sevmenin yanında.






İlk aşkım ilk aşk olarak kaldı. Ve ben yoluma devam ettim.


Seneler seneleri kovalamış daha büyük aşk arayışlarına girmiştim.




İşte o zamanlardı büyük aşkımla karşılaşmam, tanışmam.


İlk görüşte aşık olacak kız değildim. Olmadım da.


Bu konularda hep mantıkçıydım. İyiki de öyleydim.


O'ysa hemen kapılıvermişti. İnatçıydı. Evlilik teklifini bile fazla bekletmedi.


Huzur veren, serin bakışlı bir kahraman olduğunu aylar sonra fark ettim. Ve aşık oldum.


Bundan sonrası hızla ilerledi. Büyük aşkım hayatıma ışık olmuştu.









Ve yıllar sonra şimdi...


Şimdi gencecik birine aşık oldum diye ayıplanacak mıyım?



Ayıpsa ayıp olsun, bu öyle bir aşk ki hiç bir şeye benzemiyor.


Yaşlandım ve şefkat daha yoğun hissediliyor belki ama aşk işte basbaya.



Yaşlandıkça böyle aşık olunuyor belki.



Belki hislerimi kontrol etmeliyim.


Ama denemiyor muyum?


Deniyorum elbette.


Bu saatten sonra başka aşklara izin vermemeliyim demiyor muyum?



Diyorum elbette.



Ama nafile.


Bu aşkın önüne geçemiyorum.









İlahi aşka doğru gidiyorum....

23 Eylül 2010 Perşembe

Yüzme


Geçen çarşamba akşamı itibariyle yüzmeye başladım.




Bana kalsa hafta içi oğluma yarım saat geç kalmak bile imkansız, onunla iş için yeterince ayrı kalıyorum bir de ekstralar çıkaramam.




Haftasonu 3-4 saat bile babasına bırakmak sorun değil. Zira babayla da vakit geçirmek bir güzellik.




Ancak hafta içi çocuk benim geleceğim saati biliyor. Ve trafik vs. sebelerle gecikirsem anlıyor. Ben içeri girdiğimde "annnee" diye kapıya geliyor hemencecik. Mutlaka anlatacak da birşeyleri oluyor. Bir cıvıltı, bir işaret... Çok yoğun bir gün geçirmiş oluyor, her halinden belli...




Ne diyorodum; benim geleceğim saati bilen, bekleyen çocuğu hafta içi bekletmeye gönlüm razı olmuyor.




Ama hergün çektiğim başağrıları ve yaptırdığım tahlillerden hiç bir şey çıkmayışından dolayı doktorun stres tipi baş ağrısına benziyor deyip bana nöroloji bölümüne gitmemi tavsiye etmesi üzerine eşimin aylar önce başlayan 'spor yapmıyorsun, yüzmeye git, spor strese de iyi gelir' tavsiyelerine uymaya karar verdim sonunda. İnşallah sebat ederim spor konusunda. Tabi nörolojiye ya da ortopediye gidip görüneceğim. Zira boynum ve sırtımda da ağrılar var.


Çarşamba - cuma gitmeyi planlıyorum yüzmeye ama daha ilk haftadan cuma akşamı kaytardım bile. Aslında elimde olmayan malum çoluk-çocuk meseleleri yüzünden oldu bu kaytarma :)


Çarşamba günü eve geldim. Çantamı hazırladım. 6'ya doğru evden annem, ben ve oğlum çıktık. Onlar parka gittiler ben de Ömercime yüzmeye gittiğimi söyledim el salladım. Anlamadı sanırım :))

Normalde seans 7,5'a kadar sürüyordu. Ama ben 7 gibi çıktım havuzdan, duştur, giymedir derken 7:20 de evdeydim. Çok da geç değil sanırım.


Aslında çarşambaları pilates de var. Belki ona katılırım. Bu ilk gidişim öğrenmelik oldu.


Spor haberlerini sundum :)

20 Eylül 2010 Pazartesi

Caillou


Dün sabah akrabalarımız kahvaltıdan sonra bizden ayrılınca Ömercik hemen uyudu. Çok gecikmişti uykusu, fena halde kafasına vurmuştu.

O uyuyunca TV'nin karşısına geçtik babasıyla beraber. Ve Caillou izledik :))

1,5 yaşına gelmesine rağmen henüz TV seyretmeye başlamadı bizim minik. Bilinçli olarak izletmiyoruz. Bir çok uzmanın 3 yaşına kadar zararlı olduğunu söylemesi bu kararı aldırdı bize.

Biz işteyken de izlemiyor. Annem sağ olsun o uyanıkken açmıyor televizyonu. Bakıcı olsa en çok bu konu beni rahatsız ederdi galiba.

Ramazanda babam da burdayken zaman zaman TV izlemişliği var 1 kaç dakikalık. Annanesiyle oynarken babam haberleri izlemek istiyor ama kabına sığamayan yumurca hemen salona dedesinin yanına gidip TV'nin karşısında alıyor soluğu. 'Çekil oğlum ordan' lar kar etmeyince de babam teevizyonu kapatıyor. Bizim ki de eliyle bitti gitti işareti yapıyor :))) Babam sayesinde televizyondan haberdar oldu oğlum.

TV'nin kumandasız açılma butonunu keşfedip arada kendisi de açıyor ama biz hemen kapatıyoruz. Çok da ısrarcı değil. Zira zevk alacağı bireyler olduğunun farkında değil. Caillou gibi.

Biz de Caillou'yu hiç izlememiştik daha önce. Dün ylesine açıp izledikten sonra çok sempatik geldi. Aman pek kibar pek akıllı bir çocukmuş bu Caillou. Aklımdan uyuyan kirpi uyanınca izletsek mi, tepkisi ne olur acaba diye geçirmedim değil.

Ama yok izletmedik. İzlemesin de inşallah hiç olmazsa 3 yaşına kadar. Nasıl olsa öğrenecek ve sevecek. Ve mümkünse pek sevmesin.

Böyle izletmeyerek çocuğu ilerde müptelası yapmayız herhalde. Hani ilerde izlemediği yılların acısını çıkartmasın :)

15 Eylül 2010 Çarşamba

Kreş mi desem, değil. Oyun yeri...


Bizim tıfılcan dolu dolu 1,5 yaşında oldu.


Pek tabi ki annanesi bakıyor halen daha. Ben işi bırakana ya da oğlan askere gidene kadar da öyle olacak Allah'ın izniyle. Allah anneme sağlık versin bütün çocuklarıma o baksın :))) 4-5 tane olacak ya!!!!


Neyse konuya gelelim. Artık çocuklarla da vakit geçirmesi gerek diye düşünüyorum, yanılıyor muyum?

Bizim apartmandaki çocuklar da hep büyük. En küçüğü 5 yaşında. O da bizimkiyle oynamak istemez, sıkılır. Ben küçükken apartmanda aynı yaşta 3 çocuktuk, sabahtan akşama kadar hep birlikteydik. Ama bizim ki bu yönden pek şanslı sayılmaz.


Ben de sorumlu bir anne olarak çocuğumu çocuklarla buluşturma noktasında arayışlara girdim. Hatta bizim apartmanın hemen yanıbaşındaki villada yeni açılan kreşe uğradım dün. Haftada birkaç gün günde birkaç saat oyun oynaması için bizim ki gibi miniklere yönelik bir programları olup olmadığını sordum. Henüz böyle bir planlarının olmadığını, fakat kendi aralarında bir düşünüp bana haber vereceklerini söylediler. Bakalım bekliyorum.


Çocuğa çocuk gerek diye düşünüyorum. Dövüşecek birisi lazım :) Ya da olmadı bir kardeş lazım :P


7 Eylül 2010 Salı

Ramazan Gidiyor


Geçen sene oruç tutmadığım için bu sene Ramazan'ı biraz korkarak karşıladım.

Ancak hiç de beklediğim gibi değilmiş. O çok sıcak olan günler bile çok çabuk geçti.

Susuzluk, evet zor gelmiyor değil ama gene de geçti işte.


Yarın arefe... Galiba yine geriği gibi değerlendiremeden geçti bir ramazan daha.

Tekrar tekrar ama her defasında daha verimli Ramazanlar geçirmek duasıyla, hep beraber inşallah.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Kumdan kalesi


Hayat akıyor ben de blogumla arkasından yetişmeye çalışıyorum.




Ramazandan önceki hafta, hani çook sıcak olan haftalardan birinde.




Çeşmede tıfılcan 4-5 günde olsa kum oynadı. Koştu koştu koştu..




Tavşanları besledi.




Kedileri izledi.




Çalan müziklerle dans etti.




Denize girdi ama korktuğu için babasına sarıla sarıla, denize taş atma bahanesiyle yavaş yavaş girdi. Denizden çıktı, duşun altında 2 saniye kaldı gene babasının kucağında sonra havluya sarılınca hemencecik uykuya daldı. Daha giyinmeden sızdı. Bu nasıl bir iş hayret ettik. Doğduğundan beri uyku sorunu yaşayan sincap nasıl böyle uyuyabildi. Deniz yorgunu zavallı!




Gece 10 demeden yatan sıpacık, tatilde 11-12 de yattı. Yatana kadar da koşturdu. Normal düzenine geçemez, zorlanır diye korktum ama maşallah hemencecik tatil modundan çıktı.




Böyle böyle bitirdik bir yaz tatilini.


Keşke herzaman o mis gibi denizde doyasıya yüzme imkanımız olsa.


Kim bilir belki seneye gene nasip olur..

24 Ağustos 2010 Salı

İtalya Notları: 11. Venedik


Akşam 21 sularında Venedik'e vardık. Önceden otel rezervasyonu yaptırmamıştık. Bakalım bu saatte bir yer bulabilecek miydik!

Venedik suyun üzerinde yüzmekte olan bir şehir ve binaların arası yol değil su. Dolayısıyla arabamızla istediğimiz yere gidemezdik. Venedik'te araçla gidebileceğiniz son noktaya kadar yani Piazzale Roma'ya kadar gidip aracı park ettik. Hemen en yakında gördüğümüz 2-3 otelde yer olup olmadığını öğrenmek için eşim otellere gitti bense oğluşumla arabada bekledim. Döndüğünde öğrendik ki bu otellerde yer yok. Ben 'Mestre denilen yere gidelim' dedim, eşimse alalım valizlerimizi şehrin içinde bir yer buluruz dedi. Çok şaşırtıcıdır bu sefer mantıklı konuşan bendim :) O kadar yolu, köprüyü elimizde valizlerle bir de bebekle, üstelik gece karanlığında yol iz bilmeden nasıl geçecektik. Otellerde yer olup olmadığı bile belli değildi.


GPS aracımıza 'Mestre' yazıp yola koyulduk. Mestre'de otel tabelalarından birini seçip takip ettik ve Hotel Michelangelo'da sadece bir gecelik yer bulduk. Gayet şık, rahat ve temiz bir oteldi. (Kesinlikle tavsiye ederim. Venedik'e ulaşım da çok çok rahat.) Günlerden cuma olduğu için ertesi gün hafta sonu bu otelde yer yoktu. Mestre'deki hiç bir otelde yer bulamazsınız dedi resepsiyondaki görevli. Hadi bakalım Allah kerim deyip odamıza yerleştik. Ömer'ciği uyutup ertesi gün için internetten otel aramaya koyulduk. Mestre kadar olmasa da gene Venedik'e çok yakın bir yer olan Quarto d'Altino'da yer bulduk. Yakınında tren istasyonu da olduğu için arabayı orda bırakabiliriz diye düşündük.


Ertesin gün otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra eşyalarımızı arabamıza yerleştirip arabayı otelin önünde bırakıp otobüsle Venedik'e gittik. 10 dakika kadar sürdü yol. Ayrıca her 15 dakikada bir de otobüs gidiyormuş burdan Venedik'e. Eğer bu otelde yer olsaydı ertesi gün de burda kalmak bizim için çok rahat olacaktı. Ne yapalım sağlık olsun. Venedik'e gidecekler Mestre'de çok daha şık, rahat, lüks bir otelde daha uygun bir fiyata kalmayı Venedik merkezde kanal manzaralı çok pahalı otellerde kalmaya tercih edebilirler.

Böylece minik böceğim de hayatında ilkkez otobüse binmiş oldu hem de Venedik'te :D


Son durakların olduğu Piazzale Roma'da indik otobüsten. Hava şahane, günlük güneşlik. Otelin verdiği haritayla düştük yollara. Venedik 118 civarında adacıktan oluşmuş bir şehir. Dolayısıyla yön bulmak çok zor, kaybolmaksa an meselesi. Benim gibi yanınızda her işten anladığı gibi haritacılıktan da anlamanın ötesinde kitabını yazan bir yol arkadaşınız varsa şanslısınız, kaybolmadan Venedik'in altını üstüne getirebilirsiniz. (Kendisi şimdi yurt dışında olan sevgili yol arkadaşım okuyorsan selamlar :P)


Öncelikle bir menzile yönelmeden öylesine daldık sokaklara, daha doğrusu kanallara :)



Hemen bir gondolcu gördük. Fiyat almadan geçmeyelim dedik. Kısa tur için 60€, uzun tur için 80€ dedi gondolcu. Daha yeni başladığımız için teşekkür edip ilerledik. Daha sonra görecektik ki bu fiyatlar çok çok iyiymiş. Zira Venedik'in en meşhur meydanı San Marco meydanı civarında gondolcular 200€ istiyorlardı. Orada da teşekkür edip uzaklaşırken gondolcu 150€'ya indirdi aniden fiyatı :)

Ara sokaklarda dolaşırken kendimizi bir vaporetto iskelesinde bulduk. Hızlı bir eylem planı çıkardık. Ve ertesi gün de Venedik'te kalmaya ve bugün diğer adaları da gezi planımıza dahil etmeye karar verdik. Zira Venedik'ten İstanbul'a dönüş uçağı hergün 13 civarında ve dönüş yapacağımız gün hiç gezemeden direkt havaalanına gitmemiz gerekecek. Bu güzel şehre gelmişken hiç olmazsa 2 gün gezmek lazım diye düşündük. İyi de etmişiz... Böylece dönüşümüz pazartesiye kaldı.






Bütün gün istediğimiz kadar vaporettoya binebileceğimiz biletlerimizi alıp San Marco meydanına giden vaporettoya atladık. Bu vaporetto dedikleri bizim vapurların 2 beden küçüğü. Bizim Beşiktaş-Üsküdar arasıda sıklıkla çalışan araçlara yakın bir şey.. Bunlar varken bence hiç gondola dünyanın parasını vermeye gerek yok. Ama zenginseniz o başka :))







San Marco'ya gelince vaporettodan indik. Buradaki ve buraya gelene kadar gördüğüm koca koca tarihi binalar beni şaşırtmadı değil. Seyahate çıkmadan önce google mapden Venedik'e baktığımda suyun üzerinde yüzen bu toprak parçalarında nasıl yaşıyorlar acaba diye düşünmüştüm. Fakat adamlar suyun üstüne kiliseleri sarayları dikmişler. Google mapden bakarken hiç de tekin görünmeyen bu şehir yerinde görünce gayet sağlam geldi gözüme.


Dükler sarayıymış, hapishaneymiş, kuleymiş, ahlar-vahlar köprüsüymüş hepsini gördükten sonra ara sokaklarda Venedik'teki başka bir ada olan Murano'nun meşhur cam işlerinin satıldığı mağazaları gezdik. Ve sonunda acıktık. Tahmin edin ne yedik :))) Tabi ki makarna ve pizza :)


Sonrasında meşhur adalar Murano ve Burano'ya gitmek üzere vaporettoya atladık. Murano cam işçiliğiyle ünlü Burano ise rengaren evleri ve dantelleriyle ünlü.





Murano'nun cam meydanı.



Şurası da Burano:



Şu evlerin şirinliğine bakar mısınız? Bu kadar güzel başka bir köy daha var mıdır? Bir an burda yaşamak, bu renkli evlerde yaşamak, minik bir kafe işletmek nasıl olurdu hayal ettim. Eşimle bu düşüncelerimi paylaştığımda aldığım cevap: "o zaman böyle başka yerleri gezemeyiz" oldu. Mantık abidesi insan!!!



Bu da onun objektifinden..





İtalya'daki yamuk kule sadece Pisa'da değil bu da Burano'daki. Bariz yamuk!!!


Adalar vapurundan dönüş manzarası:






Piazzale Roma'dan otobüsümüze binip Mestre'deki otelin önüne bıraktığımız aracımıza geri döndük. Çok yorucu bir gün olmuştu bizim için. 11 kiloya yakın bir bebeği slingde taşımış(sanki ben taşıdım), o kadar köprü-kanal geçmiş, sabahtan akşama kadar yürümüştük. Hemencecik otele girmek ne güzel olurdu. Ancak istirahate çekilebilmek için yeni otelimize kadar da direksiyon sallamamız gerekiyordu.



Hotel Vime Venice East gördüğüm kadarıyla asyalıların tercih ettiği bir otel. Hatta bir türk turu bile burayı tercih etmiş. Kalınmaz değil ama Mestre varken Quarto d'Altino'da kalmaya gerek yok. Vime otele çok yakın bir tren istasyonu var biz de bu yüzden tercih ettik. Ayrıca 4 yıldızına rağmet fiyatı da oldukça makuldü.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra treni kaçırmamak için acele etsek de treni kaçırdık. Bir sonraki bir saat kadar sonra olduğu için Venedik'e arabayla gitmeye ve son duraktaki büyük otoparklardan birine park etmeye karar verdik. Pahalı olacaktı ama oteli ucuza kapatmıştık ne de olsa :)






Garrage San Marco'ya aracımızı bilmem kaç euroya bıraktık. Bu sefer bebek arabasını da aldık. Köprüleri bebek arabasıyla çıkmak zor oldu ama slingle gün boyu taşımak kadar yorucu da değildi doğrusu.






Bu ikinci günümüzde planladığımız gibi yayan dolana dolana meşhur Ponte di Rialto (Rialto Köprüsü)yu geçip, tekrar dolana dolana cam işi satan mağazalara gire çıka, dondurmalarımızı yalaya yalaya San Marco Meydanına ulaşık.


Kano yarışını atlamayalım. Resimdeki gibi küreklerini kaldırarak köprüdekilere selam veriyordu her yarışmacı grup.



San Marco meydanındaki bu sefer önceki günki cafeden farklı bir kafeye oturup karnımızı doyurduk ve gene gezmeye başladık. Bu sefer iskelelerin diğer tarafına doğru yürüdük. Yani kuzeye. Bir park çıktı karşımıza. Şahane bir yer. O sıcakta serin serin ağaç gölgeleri ne güzel geldi.




Venedik'in dar sokaklarında yorulmanın akabinde dinlenmek için uğranması gereken bir yer. Geçtik oturduk bir banka. Ömercik arabasında surmak istemiyordu biz de saldık, bakalım ne yapacak. Ne yapacak yerlerde emekledi :) Evet pis çocuk oldu ama rahatladı. Fıytık fıytık dolandı. Uzaklaşmaya başladıça getirdik yanımıza.. Böyle böyle dolandı durdu.

Bu parkın arka taraflarını dolaşırken gördüğümüz İtalya'daki üçüncü yamuk kule:



Sonra gene sahil kısmına yöneldik parkın. Bu sırada bizim tıfılcan uykuya daldı. Biz de onun uyumasını fırsa bilip oturduk bir banka, deniz manzaralı ağaç altı. Sakin sakin, dinlendik biraz. Uyanana kadar bekledik.


Daha sonra da vaporettoya atlayıp kanalları dolaşa dolaşa Basilica di Santa Maria della Salute'yi Rialto Bridge'i son kez selamlayarak Venedik'e veda ettik.






Ertesi gün 13 uçağıyla evimize döndük. "Tekrar gelirsek şöyle yapalım tekrar gelirsek böyle yapalım" diye diye...
Veeee İtalya notlarımızın sonuna geldik, nihayet :)))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...