22 Ekim 2011 Cumartesi

Yeter!!

Oğlumun doğumdan az önce başladım blog tutmaya.


Onunla değişen hayatımızın notunu tutmaktı amacım.


Ama hayatımızı etkilen sadece gezme tozma, yeme içme değil ki.


Gündemdeki bir seçim de bir suikast de terörist bir saldırı da not düşülmesi, unutulmaması gerekenlerden.





Çarşambayı da unutmayalım istiyorum. PKK'yı 40 senedir unutmaya çalışıyoruz sanki.


Koca Türk devleti, şanlı Türk ordusu 40 sene 3-5 çapulcuyla baş edemedi. İnanın ben bunu yazmaya utanıyorum. Gücü elinde olanların halini düşünemiyorum. Evet 3-5 çapulcu ama arkasında şu devlet var şu güç var vesaire... Ne olursa olsun ordumuzun gücüne güvenim tam. İstenilseydi 40 sene değil 40 ay bile sürmezdi bu hainlerin icabına bakılması.


Demiyorum ki açılım filan olmasın. Bu 10 yıllık mesele olsaydı "yüz verdik astarını istiyorlar" derdik belki. Fakat 40 yıllık mesele. Öncesinde görülmek istenmeyen bir ırk var ortada. Ezilme de hor görme de var belki daha ilerisi de var. Hiç birşey sebepsiz değil elbet. Ama ne olursa olsun hiç birşey de vatan hainliğine sebep değil. Bu adamlar gerçekten Kürt halkın haklarını savunsalardı doğunun gelişmesini insanlarının daha iyi şartlarda yaşayabilmesini isterlerdi. Yıllarca insanlar doğuya gidemedi. Mesela Antalya kadar turisttik olsun isterlerdi. Gibi gibi gibi..





Evet zulm görülmüştür, evet Diyarbakır ceza evi PKK'lıları yetiştirmiştir türlü işkencelerle. Fakat ülkem değişiyor. Bu değişim en çok da Kürtlere yarıyor görünüyor. Kürt kardeşim de bir çok şeyin farkında fakat hala nasıl oylarını veriyor anlayabilmiş değilim.





Olan ana kuzularına oluyor. Bari pisipisine ölmeseler bari operasyon yapılıyor da çarpışarak ölüyor olsalar.


Bu son olsun, 24 şehidimiz vesile olsun da kökü kazınsın bu canilerin. Ve artık piyon gibi "gelin vurun, bizim burda ölsünler diye ana kucağından baba ocağından kopardığımız yiğitlerimiz var" şeklinde karakollarda bekletilmesinler. Parası mı yok bu devletin o bölgedeki karakolları kale gibi yapmaya. Eğer yoksa söyleyin...


24 değil 24000 can veririz yeter ki güvenelim..
Verilen canlar yeter dedik, ama terörist anlamadıysa anlayacağı dili de kullanacak tabi ki asker.





Ve şehitlerimize:


Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!


Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.



Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,


Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.





Allah millete sabır ve basiret versin.

10 Ekim 2011 Pazartesi

MutfakPark



Eskiden bu bölümde baharatlarımız, tuz, şeker, çay-kahve, vs. bulunuyordu. Ne zaman ki bizim minik emeklerken bu dolabı açmaya başladı, biz de herşeyi üst raflara kaldırdık. Bir ara kendi tencere tavasını koyduğu oldu. Geçen günse katlı otopark halini almış gördük, ben akşam yemeğini hazırlarken.
İyi fikir..







3 Ekim 2011 Pazartesi

Brezilya Gezi Notları 3: Rio De Jenario

Brezilya notlarımı tamamlamak istiyorum hayırlısıyla:) Önce ramazan sebebiyle bloga pek bakamadım sonra da araya giren başka şeyleri not düşmek istediğim için Rio notlarım eksik kaldı. Kaldığım yerden devam ediyorum.


Foz'daki son saatlerimizi oteldeki kahvaltımızın ardından koştur koştur havaalanına giderek ve 9:30'daki uçağımıza yetişmeye çalışarak geçirdik. O çoşkun suları bir de havadan izledik. Ve yüksek bir ihtimal dünya gözüyla tekrar o şelalerin sularında ıslanamayacak olmanın verdiği hüzün kapladı içimizi. Ömrümüz, zamanımız ve sağlığımız el verirse ilerde çoluk çocuksuz ya da büyümüş çoluk çocukla tekrar gelme şelalerin altında botla da sırılsıklam olma ve dahi amazonları da gezme isteğimiz olsa da koca dünyada görülecek o kadar yer varken tekrar gelir miyiz bilmem. Bildiğim fırsat olursa gelmeye değer.

11'de Brezilya'nın en meşhur şehri Rio De Jenario'ya vardık.


Uçaktan inip bagajlarımızı aldığımız yerin hemen karşısında 5-6 tane yan yana banko, ve bankolardan kafaları uzatmış bağrış çağrış "taksi taksi.." diyen tipleri görünce bir afalladık. Sanki bunları alttan biri oynatıyor bunlar insan değil de kukla mı yoksa dedirten bir görüntü hayal edin. Henüz cebimizde paramız da olmadığı için bu arkadaşları es geçtik. Havalanında euro bozdurma gafletine düşüp 12 realimizden olduk. Bu noktada gene bankolar ve kukla adamlarla karşılaştık. Ve bizi otele 80reale götürecekleri öğrendik. Teşekkür edip ilerlerken başka biri taksi isteyip istemediğimiz sordu. Ona adresi söyleyince 75 real dedi. Ve bu vatandaşla anlaştık. Normalde kimsenin tavsiye etmediği şekilde bağımsız çalışan birinin taksisine atladık. Bu tip şeyleri müthiş tehlikeli anlatıyorlar internetteki Rio'dan bahseden siteler, haberiniz olsun :)


Tünellerin birinden çıkıp birine girerek 12:30 gibi otelimize vardık. O kadar çok tepe var ki bu şehirde tünellerin bu kadar bol olması gayet normal. Yarım saat kadar odamızın hazırlanmasını bekledik. Bu esnada ben gezi planımız çıkarmakla meşguldüm. Resepsiyondaki kıza sordum bazı şeyleri. Mesela yarım günde önce Botanik bahçesini ardından da Tujica ormanını gezeriz diye düşünmüştüm. Tujica'ya yalnız değil de turla gitmemizi tavziye etti. Botanik bahçesinin ormanın bir kenarında olduğunu ve Corcovado tepesine çıkarken de ormanı tırmanacağımız sebebiyle Foz'da da yeşile bol bol doymamızdan dolayı Tujica'yı programdan çıkarttık.








İlk günümüzün ilk durağı Botanik bahçesi oldu. Minik kuşumuz yolda uyuyunca ormandaki (buraya bahçe değil orman demek daha doğru zira bu kadar dev ağaçların olduğu bu kadar büyük bir yere bahçe demek doğru ifade değilmiş gibi geliyor insana) gezimize babasının omzunda başladı. Eğer benim karnım acıkmış olmasaydı ve çocuk gibi eziyet edip kafeteryasında oturmaya kalkmasaydık daha uyurdu yavrucak. Kruvasan lezzetli olduğu kadar pahalıydı da :)






Okul gezisiyle gelmiş öğrenci çocuklar sardı etrafımızı. Bize "turist misiniz" die sordular :) Ömerciği ve saçlarını sevdiler. Bizim ki de yeni uyandığı için kuzu modundaydı, tam sevmelik. "Evet turistiz" ne komik :) Bana Brezilya'da herkes turist gibi geliyor ya neyse. Şablon bir tip olmadığı her tipten her renkten insan olduğu için belki de.









Kuzu modundan kaplan moduna geçmesi pek uzun sürmedi tıfılcanın. O yeşillikte tabi ki alabildiğine koşmak istedi. Koşsun zaten sorun yok ama su kanallarına çok yaklaşmasın dimi ama :)






Bu müthiş yere gelip daha uzun süre zaman ayırmak isterim bir sonra ki seferde. Ne zaman geleceksem :D



16:20 gibi ayrıldık Botanik bahçesinden. Hedefimiz Rio'nun ve dahi Brezilya'nın hatta güney amerikanın sembolü Christo Retendor, dev İsa heykeli. Bu saatte gidersek Rio'yu hem gündüz hem de gece seyretmiş oluruz diye düşündük. Yolu uzatan otobüse bindiğimiz için Rua Cosme Velho'ya yani heykelin bulunduğu Corcovado tepesine tırmanan trenin kalktığı caddeye vardığımızda hava artık kararıyordu. Otobüsten inince yanımıza gelen taksici trenin yeni kalktığını ve bir sonraki trenin yarım saat sonra kalkacağını eğer istersek bizi götürebileceğini söyledi. Allah'tan saflık yapıp binmedik. 10 dakka sonra tren kalktı :))







Kişi başı 36real bilet parasını da not düşelim. 20-30 dakika süren yolda hava tamamen karardı. Trenden inince önce bir asansöre sonra da iki defa yürüyen merdivene binerek İsa'nın eteklerine ulaşılıyor. Tren yolculuğumuz sırasında Brezilya'lı bir adama Ömercik "Amaan sen de" demeyi öğretti :) Adama anlamını da söylemek gerekti tabi ki. "Anyway gibi birşey" dedik. Daha iyi bir fikriniz var mı?




Yukarda manzara şahane. Rio ayaklarımızın altında. Tabi henüz neresi nedir hiç bir fikrimiz yok. İspanyol bir profesör bizden fotoğrafını çekip daha sonra mail atmamız istedi. Daha sonra profesyonel makinasını suya düşürmüş olan Etonya'lı bir fizikçi uyduruk makinasıyla bir türlü güzel bir kare çekemeyince biz teklif ettik kendi makinemizle çekmeyi, çook memnun oldu. İsa'nın eteklerinde çok sosyal bir gece geçirdik. Otele dönüşü otobüsle yapmayı planlıyorduk fakat gece oluşu ve açlık sebebiye taksiyle döndük. Gitmeden önce Brezilya bilhassa da Rio'nun ne kadar tehlikeli olduğunu özellikle geceleri hiç tekin bir yer olmadığını o kadar çok okuduk ki o ilk gece dışarda olmak bizi biraz rahatsız etti.



Akşam yemeği için önce Copacabana'da restoran aradık tabi fazla uzaklaşmadan. Sonra paralelindeki arka caddeye geçtik Frontera diye içersi oldukça loş olan pub nevi bir yere girdik. Ve içerde bir türkle karşılaştık. Bize buralarda pek domuz yenmediğini sadece şarap soslu yemekler olabildiğini onu da koyu renk sosundan ayırabileceğimizi söyledi. Muhterem Brezilya'lılar pek ingilizce bilmedikleri için Türk'ün yardımı oldu yemek seçimimizde.



Ben Margarita pizzamdan tabi ki şaşmadım. Eşim de kilo ile alınan reyondan balık ve pilav aldı. Ufaklık yolda "pabuu" istediği için.








Ertesi gün kahvaltı sonrası Pao de Açucar (Sugar Loaf) gezimiz için 583 numaralı otobüse bindik. Halbuki googlemap bize 511'e binmemizi söylemişti. 583'ten indikten sonra 15 dakika kadar yürümek zorunda kaldık. Şehir gezisi böyle olur tamam ama enerjimizi iktisatlı kullanmalıyız.





Tepeye dev teleferikle çıkılıyor. Önce alçak olan tepede iniliyor. Başka bir teleferikle yüksek tepeye çıkılıyor. Burası Corcovado'dan sonra ikinci en güzel manzanın olduğu tepe.












Aşağıya inince Centro'ya nasıl gideceğimizi sorduk sanırım 170 numaralı otobüse binip tiyatro binasının şekerdenmiş gibi görünen kubbelerini görünce indik. Ve maraton başladı. Çok kalabalık caddeleri, bizim Eminönü - İstiklal karşımı sokaklarıyla Cenro gezilmeyi bekliyordu. Kiliseler dışında tarihi binaları sadece dışardan gezdik.









Her kiliseye girmeye çalıştık. Hemen hepsinde bir ayin bir bişey vardı. Ve buradan da anladık ki Brezilya'lılar oldukça dindarlar. Akımlardan etkilenmeden katolikliklerini sürdüre gelmişler. Se meydanındaki Se Katedrali'ni ziyaret etmek için meydandan bir asansörle yukarı katedralin avlusuna çıktık. Binanın içi tıklım tıklım insan doluydu. Ayin bitişine denk gelmişiz. Duasına yetiştik galiba :)





Dışarda bazı kadınlar nikah şekeri formunda kurabiye tarzı birşeyler satıyorlar. Bir görevli içerde dualar bitince kutsal sayılan suya bulanmış fırça gibi birşeyi etrafa serpiştiriyordu.

Katedralin tam karşısında taze meyvesuları satan büfeler oldukça güzel. Yiyecek olarak da aparatif atıştırmalık alınabilir. Burada meyvesuyuna suco deniyor. Ülke adım başı suco'cu. Se meydanındaki büfelerden birine girip açai-muz, hindistan cevizi-ananas ve yanında da kek aldık. Koca dilim keki yiyeyene kadar canımız çıktı. İçeceklerden de denenebilir ama biz açai-muz karışımını beğenmedik. Çok katıydı. İçmelik değil de kaşıkla yemelik sanki. Fakat ananas-h.cevizi ise çok güzeldi. Tavsiye edilir. Ayrıca bu ülkede kek-pasta türüne düşkünlük var. Seyyar satıcılar da bile bol kremalı çeşit çeşit pastalar var. Sugar Loaf'dan otobüse yürürken bir kadın evde yaptığı bir keki kalıbının içinde kesmiş sokakta satıyordu. Ve gerçekten nefis görünüyordu. Güvenip de alamadım Katedralin karşısındaki kafede kek görünce hemen atladım :) Eminim kadının ki daha güzeldi.




Ara sokaklarda dolanıp birkaç kiliseye daha girip çıkıp iyice yorulunca soluğu meşhur Confeitaria Colombo kafesinde aldık. Cezbedici, büyük, tarihi bir kafe. Mutlaka uğranmalı en azından kahvesinden içilmeli. Biz de öyle yaptık. Zira kekten sonra...









Bu moladan sonra sırada Santa Teresa vardı. Nasıl giderizi sorduk. İngilizce bilmiyorlar ama çok yardımcı olmaya çalışıyorlar. İçerde çalışan bir kadın dükkanından çıkıp tarif etmeye çalıştı. Avrupa'da çok zor rastlanır böyle insanlara. Bir minibüscü de bütün varlığıyla bize sarı tramvayın kalktığı istasyonu tarif etti. Tam istasyona geldik ben arka tarafta bir kilise daha gördüm. Onu da gezmek için bütün caddeyi baştan başa kat ettik. Kilise ortada yoktu :) Tekrar istasyona geldiğimizde neyseki tramvayı kaçırmamış olduğumuzu görüp yorgun ama mutlu olduk. Burada bir süpriz bizi bekliyordu. Dün akşam bizim oğlanın söyle söyleye "aman sen de" demeyi öğrettiği adamın arkadaşları olan karı koca tramvaydaydılar. Bizi görünce çoook şaşırdılar. Tanrım dünya ne kadar küçük. Bence hiç de şaşılacak birşey değildi. Burda herkes turistti(!) ve gezilecek yerler belliydi. (Olur mu canım Rio koca bir şehir ve çook kalabalık) Tekrar karşılaşmak an meselesiydi.








Tramvay hareket etti ve Santa Teresa turumuz başladı. Bu tramvay gezisi sahiden de bir tur vazifesi gördü. Geze geze yukarı kadar çıktık ve hiç kimse inmedi. Tekrar iniş için bilet parası toplandı ve geze geze indik :)



Santa Teresa eski evlerin olduğu tarihi bir semt. Portekiz sosyetesi Brezilya'ya ilk geldiğinde buraya yerleşmiş. Tramvaydan inip sokaklara dalmak isterdim. Hem çocukla gözümüz yemediği için hem de istasyondan hareket ettikten sonra tramvaya binen yolculara yer kalmaması ve yeni yolcuların tramvaya tutunarak yollarına devam etmeleri sebebiyle cesaret edip de tramvaydan inemedik. Carioca metro istasyonuna kadar yürüyüp metroyla otelimize döndük. Akşam yemeğimiz olan soğan çorbası ve makarnayı otelde yedik. Sonra çıkıp marketten muz, su filan aldık.



Ertesi güne tam olarak ne yapacağımızı bilmeden başladık. Tujica Ormanını listemizden çıkartmıştık. Tropikal adalara gitmeyi planlıyorduk. Resipsiyondan her sabah 7'de kalkan tur olduğunu öğrendik. Gece 21'de otelde olunuyormuş. Bütün gün sürecek bu gezi hiç de cazip gelmedi. Bilgilenmiş bir vaziyette Copacabana sahilinden Ipanema istikametinde yürümeye başladık. Copacabana kumsalı o kadar güzeldi ki mayolarımızı unuttuğuma birkez daha hayıflandım. (Daha önce söylemiş miydim mayoları almayı unutmuşum!!!) Kumsaldan memlekete dönerken biraz kum getirmeyi planladım. İrmik gibi şahane kumu vardı Copacabana'nın.





Bir de gündüz gözüyle İsa heykelini görelim, artık neresi nedir biliyorken bir daha izleyelim Rio'yu diye düşünüp tekrar Corcovado tepesinin yolunu tuttuk. Cog Train istasyonunda bir adam yanımıza geldi. Meşhur mücevher firması H. Stern'in bir görevlisiymiş elimize birer kağıt tutuşturdu. Bir de kolye ucu hediye etti. Müzeyi ücretsiz gezip daha sonra yine ücretsiz olarak otelimize kadar bırakacaklarını söyledi.






Yukarda manzara yine müthişti. Allah'tan şansımıza iki sefer çıktık ikisinde de sis yoktu. Pırıl pırıl bir hava vardı. Hem gece hem gündüz. Sis olduğu zaman sisin geçmesi saatleri bulabiliyormuş. Hafif bir sis olsa sonra kaybolsa güzel olur aslında.




















Aşağıya inmeden önce bir tanıtım standından Botofago Shopping'in broşürünü aldık. Nasıl gideceğimizi öğrendik. Aşağı inince 584 numaralı otobüse bindik.Biraz acele edip erken indik aslında otobüs tam önünde duruyormuş. Bu arada iyice huysuzlanan minik sincap babasının kucağında uyuya kaldı. Alışveriş merkezini geze geze en üst katına çıktık. Ve buradan şahane Pao de Açucar manzarasına karşı pizza yiyebileceğimiz Tiramisu'nun balkonuna oturduk.






Tam garson pizzamızı keserken ufaklık uyandı. Fakat o mahmurluğunu atana kadar biz pizzayı bitirip hesabı bile ödedik. (Vicdansız ana-bana!!!) İçeri girip resimlerinden pilavlı menüler olduğunu gördüğümüz bir yerden sadece pilav istediğimizi zar zor anlatabildik. Ömercik koca pilavı hapur hupur yedi. Sarmısaklı pilav, iğğ!!





Sonra Starbucks molası verdik. Vitrinde bordo bir elbise gördüm ve bir deneyeyim dedim. Bu Brezilya'lı hatunların vücut yapısı bize uymadığı için pek şans vermedim kendime. Ama sonunda Brezilya hatırası bir elbisem oldu :)))



Botofago Shopping'den Ipanema'ya giden bir otobüse bindik. Jardim Alah civarında indik. Allah'ın bahçesi demişler ne alakaysa pek bi numarası olmayan, Brezilya için çok sönük olan bu bahçeye. Ipanema'dan Copacabana'ya doğru yürüdük. Buranın kumsalı Copacabana kadar güzel değilmiş gibi geldi, ya da akşam oldu :)



Yürümekten vazgeçip taksiyle otele gidip az bir istirahatin ardından Copacabana sahiline indik. Sahil boyu hediyelik eşya satıcılarının kurduğu tezgahları gezdik. Eşimin yanına az para alması sebebiyle pek bir şey alamadım. Halbuki güzel takılar vardı. Brezilya yarı değerli taşların bolca bulunduğu bir ülke. Neyse biraz kavga edip meyve suyu (Sahilde bolca suco'cu var. Yeşil hindistan cevizlerine pipet takıp satıyorlar. Ben de onu hayırlı bir şey zannettim, alakası yok) ve kek atıştırması yapıp otele döndük :))



Ertesi gün kahvaltının ardından yine plaja gittik. Plajda sürekli seyyar satıcılar dolanıyor. Kimi copacabana'nın simgesi olan kaldırımların desenlerinin olduğu pareolardan satıyor kimi çocuklara kova-kazma seti satıyor kimi de başka şeyler. Biz de kuma oturmak için kullanmak üzere o pareolardan edindik. Ömercik de aldığımız kovaya kum doldurup kafasından aşağıya boşaltarak vakit geçirdi. Biraz denize soktuk, nasıl sevdi. Çok dalgalı olmasına rağmen tutmasak atlayacak çılgın sulara.


Odamıza gidip üst-baş değişikliği ardından tekrar dışarı çıktık. Otobüsle Rio Sul'e (bir başka alışveriş merkezi) gittik. Ömercik babasının kucağında uyurken biz de herzamanki gibi pizzamızı yedik :))) (Bu artık bir klasik) Fazla gezmeden eşimi türlü numaralarla ikna edip Centro'ya giden bir otobüse atladık.










Elimizdeki haritayla sonunda katedrali bulduk. Daha önceki Centro'ya gelişimizde önünden geçer çok katlı otopark zannettiğim katedral. O zaman vakit ayırmak istememişti eşim ama işte bu sefer içini gezebildik. Dışı gibi sevimsiz değil farklı bir kiliseydi. Beğendim. Sonra metro istasyonuna kadar yürüdük. Metroda kırmızı hata bindik. Bu sırada yağmur bulutları Rio semalarını sarmaya başlamıştı. Metrodan her zaman indiğimiz duraktan bir durak önce indiğimizde yağmur baya ıslatmaya başlamıştı. Yürüyerek Copacabana'ya indik.







Çok hızlı adımlarla Arab adındaki restaurata yürüdük. Bu arada da ıslandık tabi ki. Eşim de her zamanki gibi bana söylendi. "Arab" diye tutturduğum için. Pizza dışında bişeyler yemek istedim ne var yani. Çok güzel oldu. Dönüşte yağmurdan dolayı sahildeki satıcılara uğrayamadık ve ben yine magnet alamadım.


















Son günümüzün sabahı Copacabana'dan güneşin doğuşunu seyretmek için erken kaltık güya ama güneş bizden daha aceleci çıktı. Son günümüzü yine Copacabana ve Ipanema yollarında dolaşarak geçirdik. Sörfçüleri izledik. Bir gün doyasıya yüzebilecek teknik donanıma sahip bir vaziyette bu plajlara gelebilmeyi umarak ayrıldık bu kumsallardan. Sonra da odamızdan eşyalarımızı alıp havaalanına gittik. Rio'dan Sao Paulo'ya döndüğümüz uçakta oğluşum tüm seyahatte yapmadığı kadar huysuzluk yaptı. O 1 saatlik yolu işkenceye çevirdi. Neyse ki 1 saatti... Sao Paulo'da havaalanında gayet rahattı o eziyeti yapan bir başkasıydı sanki. Türkiye'ye dönüş uçağımız gece geç saatte olunca uçakta uzunca bir süre uyudu.



Başımıza bir hal gelmeden, oğlumuz bir kaza geçirmeden yurda dönmenin verdiği huzurla yeni tatil planları yapmaya başlamıştık havaalanından evimize gelirken.




Hiç de anlatıldığı gibi tehlikeli gelmedi Brezilya bize. Türkiye'deki gibi davranmak yeterli zannedersem. Ben saat ve alyans dahi götürmemiş tim yanımda bence gereksiz bu kadarı. Ya da bize kötü bir olay rastlamadı. Gene de temkinli olup tamamak da fayda var belki de. Çocukla uzun yol çok mesele değil. Bizim ki en kısa yolda yaptı yapacağını. Tabi ki çocukla gezmek ama çocukla hayat zaten hiç bir zaman çok kolay değil ki. Allah sağlık versin de ne yapalım.. Gezelim :))



Çok ayrıntılı Brezilya gezi notlarım burada son buluyor. Siz de bizimle gezmiş kadar olmuşsunuzdur herhalde.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...